5 Ocak 2012 Perşembe

YILAN

Başkasının hakkını da kendi hakkı gibi savunmayan, herkesin sadece kendine hak istediği yerde gürültü yapan bir topluluktan başka bir şey yoktur. Bir halk, bir millet, yurttaşlar topluluğundan bahsedilemez. Birlik beraberlik, kardeşlik, vatan, ülke bütünlüğü, ezilenler, adına ne derseniz deyin. Artık siyasi düşüncenize, felsefi görüşünüze, dini inanışınıza göre literatürünüzde hangi kelime varsa… Olmaz diyorum olmaz. Kuru gürültü yapan ve eninde sonunda sadece çoğunluk olanın söz sahibi olduğu ama çoğunun birbirine düşman olduğu, tesadüfen bir araya gelmiş bir topluluktan başka bir şey olmaz. Ha çoğunluğun da bir gün azınlığa düştüğü ve aynı haksızlıklarla karşılaştığı bir topluluk demekte fayda var.

Mesela 1996 yılına gidelim F tipi cezaevlerinin koşullarına itiraz eden siyasi mahkûmları hatırladınız mı? Bugün o F tipi cezaevlerinde kalanların çoğu o günlerde “bir avuç terörist”in isteklerine devletin boyun eğmemesi gerektiğini düşünüyordu. Yakın dönemde ortaya çıktı ki “hayata dönüş operasyonu” planlanmış bir katliamdı. O gün yapılan haksızlıklara karşı çıkmayanlar bugün aynı haksızlıklarla karşı karşıyalar.

Hukuk herkese lazım cümlesini defalarca kuracağız, hukuk herkese eşit uygulanmadıkça yeniden yeniden yazacağız. DGM’ler ve bugünkü devamı özel yetkili mahkemeler keza yine öyle.. Nedense o mahkemelerde yargılanmayanların aklına gelmiyor sorgulamak. Yahu mahkeme mahkemedir bunun özel yetkilisi mi olur demek. Bu mahkemeler bir yönüyle doğal yargıç ilkesini zedelemiyor mu diye sormak.. O mahkemeye düşmedikçe kimsenin aklına gelmiyor.. Ama yok canım atalarımızda böyleymiş zaten; “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dememişler miydi? Oysa hatırlıyorum küçükken bizim mahallede dul bir Zeynep Abla vardı. İri kıyım, korku nedir bilmez. Kimin bahçesinde ağacında yılan görülse Zeynep Abla’ya haber salınırdı. Yılan öldürme teçhizatlarını, orağı, bıçağı, bidon bidon benzini, çakmağı kaptığı gibi yılanla mücadelesine başlardı. Korkmazdı Zeynep Abla başkasına dokunacak yılanla kavgadan..

Adı malum bir operasyon başladı sonra, birileri sevindi. Geçmişteki yanlışlarla hesaplaşılacak, gerçekler ortaya çıkacak sandı. Atalarımız sağolsun her olumsuz durumda bizi rahatlatacak bir söz bırakmışlardı neyse ki.. Neydi “kurunun yanında yaş da yanar”. O yanan yaşlar görmezden gelindi. O yaşlar bir zamanlar karşı çıkmadıkları hücrelerde ömürleri tükenirken onların görüşlerini beğenmeyenler sustu. Sonra o yaşları savunmayanlara geldi sıra. Listeler hazırlanmıştı. Yine operasyon üstüne operasyon, efendim gak diyen mahkemede guk diyen cezaevinde buldu kendini. Aklım karıştı ama şöyle anlatayım; hani onlara karşı faili meçhul cinayetler işleyenler yargılanıyormuş gibi yapılırken, malum failler dışarıda fink atarken mağdur sayılanlar aslında aynı zamanda sanıklardı! Bu sefer diğerleri sustu. İfade özgürlüğü diye bir şey yokmuş gibi.. Başkaları hep bizim gibi düşünmek zorundaymış gibi.. Farklı düşünenler her zaman suçluymuş gibi.. Basın özgürlüğüne sahip çıkarsak mesela bölücü olacakmışız gibi.

İnsan hakları savunucusuyum ama örneğin ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından yana olabilirim bu koşullarda. Nasıl olsa herkes özgürlüğü kendi koşullarına göre yorumluyor. “BAŞKALARI İLE İLGİLİ YORUM YAPMADAN ÖNCE HERKES KENDİSİNİ BAŞKASININ YERİNE KOYACAKTIR.” Diye bir emredici hüküm konulsun. İfade özgürlüğü bu şekilde kısıtlansın herkes düşündüğünü söylemeden önce öteki olsun. Var mısınız? Nasıl olsa diğer halde de kendiniz değilsiniz zaten. Sadece size dayatılansınız, beyinlerinize enjekte edilensiniz.

Bir tek muktedirler objektifti hak savunuculuğunda Erdal Eren’e ağladılar, Adnan Menderes’e sahip çıktılar, 12 Eylül mağduru bir ülkücüyü andılar, Dersim için özür dilediler daha ne olsun. Nerde bir mağdur orda muktedirler. Tanrım akıl tutulması yaşıyorum galiba, yukarıya yazdığım o paragraflarda ne kadar da haksızlık etmişim. Ne demişti Hopa davasından tutuklu bir “terörist”? Başbakan ağlamasın diye tahliyemi talep ediyorum. Yıllar sonrasını düşünüyorum gözlerim açık. Yıl 2023 birisi gözyaşlarını tutamayarak şöyle diyor; “2012 yılındaki 35 kişinin savaş uçağıyla katledilmesi sırasında CHP muhalefetteydi ve bu katliamdan sorumludur.” Çünkü insan hakları, demokrasi gibi kendinizden ödün vermeniz gereken durumlar kısa sürede hazmedilemiyor. Yıllar geçmesi, yavaş yavaş imbikten süzülür gibi vicdanımıza yayılması gerekiyor. E bu durumda yine atalarımızın sözünü mü dinlesek? Zaman her şeyin ilacı mıdır? Vücudumuzda iz bırakan yaralar ölmedikçe geçer mi? O halde ölüm müdür bütün yaraların çaresi??

KADINA ŞİDDETTE SON NOKTA

 
Biliyorsunuz 25 Kasım günü kadına yönelik şiddetle mücadele günü olarak anılmaktadır. Fakat sanırım bizim sayın yetkili kişiler bugünü yanlış biliyorlar. Öyle olmalı ki 1 Ekim’de yürürlüğe giren yeni usul kanunu ile “mücadeleyle mücadele” babında yenilikler getirdiler. Büyüklerimiz kadınlar için 25 Kasım’a güzel bir sürpriz hazırlamış! Neymiş efendim yargıyı hızlandırmak için birtakım değişiklikler yapmışlar. Niyeyse son yıllarda yapılan bu iyi güzel değişikliklerin! altından hep bir bit yeniği çıkıyor. Siz pire yeniği de diyebilirsiniz çünkü insanı kaşındırıyor. Meğerse hızlanan neymiş biliyor musunuz; yargılama masraflarının tahsiliymiş. Dava açmak için peşin peşin asgari ücreti aşan gideri vezneye yatırmak zorundasınız. Bunu bir tarafa yazdık, yazmaya da devam edeceğiz.
 
Kadına şiddetle mücadeleyi nasıl etkiliyor bu durum diye sormayın. Şiddete maruz kalan, sokağa atılmış, gözü mor, hatta belki bıçaklanmış mağdur kadınlar Aile Mahkemesi’nden korunma için tedbir talep edince de peşin peşin 186-TL isteniyor. Bundan ilgili ilgisiz bakanlarımızın haberi var mıdır acaba? Ekranların karşısında aile içi şiddetle mücadele konusunda atıp tutan, ama gerçeğin hiçbir köşesini tutamayan sayın yetkililer her gün öldürülen üç kadının vebalini daha ne kadar taşıyacaklar.
 
Neyse ki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aile içi şiddetle daha etkili bir mücadele için yeni bir kanun tasarısı hazırlamış. Lakin bu da beni korkutuyor. Yok  24 saat nöbetçi hakim, savcı olacakmış, uzmanlaşmış birimler kurulacakmış, kendiliğinden nafaka kararı verilecekmiş, icraya konulurken harç alınmayacakmış. Yahu kadın 186 TL yı ödeyemeyip korunma tedbirlerinden yararlanamayıp öldükten sonra ne anlamı var.
 
Tasarı meclisten geçerken fırsat bu fırsat karısına şiddet uygulayan erkek milletvekillerine mesela ek ödenek verileceği gibi bir hükmü de sıkıştırırlarsa araya tam olur. Evet, şiddete maruz kalmış kadın için koruma kararı vermeyi ücrete bağlayan devletimiz şiddet uygulayan erkeğe de ücret verse fena mı olur? Bütün erkeklere değil canım milletvekillerine.
 
Yazımı sonlandırırken yetkililere mi yoksa duyarlı yurttaşlara mı sesleneceğimi bilemedim ama herkes bilsin ki bu uygulama böyle devam ederse daha çok gözü mor kadın adliye kapısından çaresiz dönecektir.