tag:blogger.com,1999:blog-11767436428057229022023-11-15T10:29:50.263-08:00NUR-U HAYATnurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.comBlogger29125tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-5392666916736191862012-01-05T03:47:00.001-08:002012-01-05T03:47:13.347-08:00YILANBaşkasının hakkını da kendi hakkı gibi savunmayan, herkesin sadece kendine hak istediği yerde gürültü yapan bir topluluktan başka bir şey yoktur. Bir halk, bir millet, yurttaşlar topluluğundan bahsedilemez. Birlik beraberlik, kardeşlik, vatan, ülke bütünlüğü, ezilenler, adına ne derseniz deyin. Artık siyasi düşüncenize, felsefi görüşünüze, dini inanışınıza göre literatürünüzde hangi kelime varsa… Olmaz diyorum olmaz. Kuru gürültü yapan ve eninde sonunda sadece çoğunluk olanın söz sahibi olduğu ama çoğunun birbirine düşman olduğu, tesadüfen bir araya gelmiş bir topluluktan başka bir şey olmaz. Ha çoğunluğun da bir gün azınlığa düştüğü ve aynı haksızlıklarla karşılaştığı bir topluluk demekte fayda var.<br />
<br />
Mesela 1996 yılına gidelim F tipi cezaevlerinin koşullarına itiraz eden siyasi mahkûmları hatırladınız mı? Bugün o F tipi cezaevlerinde kalanların çoğu o günlerde “bir avuç terörist”in isteklerine devletin boyun eğmemesi gerektiğini düşünüyordu. Yakın dönemde ortaya çıktı ki “hayata dönüş operasyonu” planlanmış bir katliamdı. O gün yapılan haksızlıklara karşı çıkmayanlar bugün aynı haksızlıklarla karşı karşıyalar.<br />
<br />
Hukuk herkese lazım cümlesini defalarca kuracağız, hukuk herkese eşit uygulanmadıkça yeniden yeniden yazacağız. DGM’ler ve bugünkü devamı özel yetkili mahkemeler keza yine öyle.. Nedense o mahkemelerde yargılanmayanların aklına gelmiyor sorgulamak. Yahu mahkeme mahkemedir bunun özel yetkilisi mi olur demek. Bu mahkemeler bir yönüyle doğal yargıç ilkesini zedelemiyor mu diye sormak.. O mahkemeye düşmedikçe kimsenin aklına gelmiyor.. Ama yok canım atalarımızda böyleymiş zaten; “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dememişler miydi? Oysa hatırlıyorum küçükken bizim mahallede dul bir Zeynep Abla vardı. İri kıyım, korku nedir bilmez. Kimin bahçesinde ağacında yılan görülse Zeynep Abla’ya haber salınırdı. Yılan öldürme teçhizatlarını, orağı, bıçağı, bidon bidon benzini, çakmağı kaptığı gibi yılanla mücadelesine başlardı. Korkmazdı Zeynep Abla başkasına dokunacak yılanla kavgadan..<br />
<br />
Adı malum bir operasyon başladı sonra, birileri sevindi. Geçmişteki yanlışlarla hesaplaşılacak, gerçekler ortaya çıkacak sandı. Atalarımız sağolsun her olumsuz durumda bizi rahatlatacak bir söz bırakmışlardı neyse ki.. Neydi “kurunun yanında yaş da yanar”. O yanan yaşlar görmezden gelindi. O yaşlar bir zamanlar karşı çıkmadıkları hücrelerde ömürleri tükenirken onların görüşlerini beğenmeyenler sustu. Sonra o yaşları savunmayanlara geldi sıra. Listeler hazırlanmıştı. Yine operasyon üstüne operasyon, efendim gak diyen mahkemede guk diyen cezaevinde buldu kendini. Aklım karıştı ama şöyle anlatayım; hani onlara karşı faili meçhul cinayetler işleyenler yargılanıyormuş gibi yapılırken, malum failler dışarıda fink atarken mağdur sayılanlar aslında aynı zamanda sanıklardı! Bu sefer diğerleri sustu. İfade özgürlüğü diye bir şey yokmuş gibi.. Başkaları hep bizim gibi düşünmek zorundaymış gibi.. Farklı düşünenler her zaman suçluymuş gibi.. Basın özgürlüğüne sahip çıkarsak mesela bölücü olacakmışız gibi.<br />
<br />
İnsan hakları savunucusuyum ama örneğin ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından yana olabilirim bu koşullarda. Nasıl olsa herkes özgürlüğü kendi koşullarına göre yorumluyor. “BAŞKALARI İLE İLGİLİ YORUM YAPMADAN ÖNCE HERKES KENDİSİNİ BAŞKASININ YERİNE KOYACAKTIR.” Diye bir emredici hüküm konulsun. İfade özgürlüğü bu şekilde kısıtlansın herkes düşündüğünü söylemeden önce öteki olsun. Var mısınız? Nasıl olsa diğer halde de kendiniz değilsiniz zaten. Sadece size dayatılansınız, beyinlerinize enjekte edilensiniz.<br />
<br />
Bir tek muktedirler objektifti hak savunuculuğunda Erdal Eren’e ağladılar, Adnan Menderes’e sahip çıktılar, 12 Eylül mağduru bir ülkücüyü andılar, Dersim için özür dilediler daha ne olsun. Nerde bir mağdur orda muktedirler. Tanrım akıl tutulması yaşıyorum galiba, yukarıya yazdığım o paragraflarda ne kadar da haksızlık etmişim. Ne demişti Hopa davasından tutuklu bir “terörist”? Başbakan ağlamasın diye tahliyemi talep ediyorum. Yıllar sonrasını düşünüyorum gözlerim açık. Yıl 2023 birisi gözyaşlarını tutamayarak şöyle diyor; “2012 yılındaki 35 kişinin savaş uçağıyla katledilmesi sırasında CHP muhalefetteydi ve bu katliamdan sorumludur.” Çünkü insan hakları, demokrasi gibi kendinizden ödün vermeniz gereken durumlar kısa sürede hazmedilemiyor. Yıllar geçmesi, yavaş yavaş imbikten süzülür gibi vicdanımıza yayılması gerekiyor. E bu durumda yine atalarımızın sözünü mü dinlesek? Zaman her şeyin ilacı mıdır? Vücudumuzda iz bırakan yaralar ölmedikçe geçer mi? O halde ölüm müdür bütün yaraların çaresi??nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-79914632011260584052012-01-05T03:46:00.000-08:002012-01-05T03:46:05.214-08:00KADINA ŞİDDETTE SON NOKTA<h1></h1><div style="text-align: justify;"> </div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Biliyorsunuz 25 Kasım günü kadına yönelik şiddetle mücadele günü olarak anılmaktadır. Fakat sanırım bizim sayın yetkili kişiler bugünü yanlış biliyorlar. Öyle olmalı ki 1 Ekim’de yürürlüğe giren yeni usul kanunu ile “mücadeleyle mücadele” babında yenilikler getirdiler. Büyüklerimiz kadınlar için 25 Kasım’a güzel bir sürpriz hazırlamış! Neymiş efendim yargıyı hızlandırmak için birtakım değişiklikler yapmışlar. Niyeyse son yıllarda yapılan bu iyi güzel değişikliklerin! altından hep bir bit yeniği çıkıyor. Siz pire yeniği de diyebilirsiniz çünkü insanı kaşındırıyor. Meğerse hızlanan neymiş biliyor musunuz; yargılama masraflarının tahsiliymiş. Dava açmak için peşin peşin asgari ücreti aşan gideri vezneye yatırmak zorundasınız. Bunu bir tarafa yazdık, yazmaya da devam edeceğiz.</span></div><div style="text-align: justify;"> </div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Kadına şiddetle mücadeleyi nasıl etkiliyor bu durum diye sormayın. Şiddete maruz kalan, sokağa atılmış, gözü mor, hatta belki bıçaklanmış mağdur kadınlar Aile Mahkemesi’nden korunma için tedbir talep edince de peşin peşin 186-TL isteniyor. Bundan ilgili ilgisiz bakanlarımızın haberi var mıdır acaba? Ekranların karşısında aile içi şiddetle mücadele konusunda atıp tutan, ama gerçeğin hiçbir köşesini tutamayan sayın yetkililer her gün öldürülen üç kadının vebalini daha ne kadar taşıyacaklar.</span></div><div style="text-align: justify;"> </div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Neyse ki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aile içi şiddetle daha etkili bir mücadele için yeni bir kanun tasarısı hazırlamış. Lakin bu da beni korkutuyor. Yok 24 saat nöbetçi hakim, savcı olacakmış, uzmanlaşmış birimler kurulacakmış, kendiliğinden nafaka kararı verilecekmiş, icraya konulurken harç alınmayacakmış. Yahu kadın 186 TL yı ödeyemeyip korunma tedbirlerinden yararlanamayıp öldükten sonra ne anlamı var.</span></div><div style="text-align: justify;"> </div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Tasarı meclisten geçerken fırsat bu fırsat karısına şiddet uygulayan erkek milletvekillerine mesela ek ödenek verileceği gibi bir hükmü de sıkıştırırlarsa araya tam olur. Evet, şiddete maruz kalmış kadın için koruma kararı vermeyi ücrete bağlayan devletimiz şiddet uygulayan erkeğe de ücret verse fena mı olur? Bütün erkeklere değil canım milletvekillerine.</span></div><div style="text-align: justify;"> </div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Yazımı sonlandırırken yetkililere mi yoksa duyarlı yurttaşlara mı sesleneceğimi bilemedim ama herkes bilsin ki bu uygulama böyle devam ederse daha çok gözü mor kadın adliye kapısından çaresiz dönecektir.</span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-7325085844145352022011-12-21T05:37:00.000-08:002011-12-21T05:37:35.060-08:00ZIRVA<!--[if gte mso 9]><xml> <w:WordDocument> <w:View>Normal</w:View> <w:Zoom>0</w:Zoom> <w:TrackMoves/> <w:TrackFormatting/> <w:HyphenationZone>21</w:HyphenationZone> <w:PunctuationKerning/> <w:ValidateAgainstSchemas/> <w:SaveIfXMLInvalid>false</w:SaveIfXMLInvalid> <w:IgnoreMixedContent>false</w:IgnoreMixedContent> <w:AlwaysShowPlaceholderText>false</w:AlwaysShowPlaceholderText> <w:DoNotPromoteQF/> <w:LidThemeOther>TR</w:LidThemeOther> <w:LidThemeAsian>X-NONE</w:LidThemeAsian> <w:LidThemeComplexScript>X-NONE</w:LidThemeComplexScript> <w:Compatibility> <w:BreakWrappedTables/> <w:SnapToGridInCell/> <w:WrapTextWithPunct/> <w:UseAsianBreakRules/> <w:DontGrowAutofit/> <w:SplitPgBreakAndParaMark/> <w:DontVertAlignCellWithSp/> <w:DontBreakConstrainedForcedTables/> <w:DontVertAlignInTxbx/> <w:Word11KerningPairs/> <w:CachedColBalance/> </w:Compatibility> <w:BrowserLevel>MicrosoftInternetExplorer4</w:BrowserLevel> <m:mathPr> <m:mathFont m:val="Cambria Math"/> <m:brkBin m:val="before"/> <m:brkBinSub m:val="--"/> <m:smallFrac m:val="off"/> <m:dispDef/> <m:lMargin m:val="0"/> <m:rMargin m:val="0"/> <m:defJc m:val="centerGroup"/> <m:wrapIndent m:val="1440"/> <m:intLim m:val="subSup"/> <m:naryLim m:val="undOvr"/> </m:mathPr></w:WordDocument> </xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml> <w:LatentStyles DefLockedState="false" DefUnhideWhenUsed="true"
DefSemiHidden="true" DefQFormat="false" DefPriority="99"
LatentStyleCount="267"> <w:LsdException Locked="false" Priority="0" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Normal"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="heading 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 7"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 8"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 9"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 7"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 8"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 9"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="35" QFormat="true" Name="caption"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="10" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Title"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="1" Name="Default Paragraph Font"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="11" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Subtitle"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="22" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Strong"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="20" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Emphasis"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="59" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Table Grid"/> <w:LsdException Locked="false" UnhideWhenUsed="false" Name="Placeholder Text"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="1" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="No Spacing"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" UnhideWhenUsed="false" Name="Revision"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="34" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="List Paragraph"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="29" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Quote"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="30" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Intense Quote"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="19" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Subtle Emphasis"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="21" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Intense Emphasis"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="31" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Subtle Reference"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="32" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Intense Reference"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="33" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Book Title"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="37" Name="Bibliography"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" QFormat="true" Name="TOC Heading"/> </w:LatentStyles> </xml><![endif]--><!--[if gte mso 10]> <style>
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:"Normal Tablo";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin:0cm;
mso-para-margin-bottom:.0001pt;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:"Calibri","sans-serif";
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:"Times New Roman";
mso-fareast-theme-font:minor-fareast;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;}
</style> <![endif]--> <br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">Sonbaharı en çok yanan sarı-kuru yaprakların kokusunu bilenler sever. Yanmanın kül olmanın yeniden doğmak olduğunu bilenler günü geldiğinde yeşerir. Biz ekmeğin yanmış yerlerini yiyerek büyüdük bu yüzden korku nedir bilmeyiz küçük hanımlar küçük beyler! İşte bu yüzden yakın canımızı istediğiniz kadar, savurun sarartıp benzimizi, vız gelir. Küçük dediysek dünyayı kendinizden ibaret saydığınızdandır. O büyüttüğünüz benliğiniz var ya etrafınızda döndükçe sizi kemirendir. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Bakın bir yıl daha geçti ve bildiğim kadarıyla tarihin sayfalarına bir satır eklemişliğiniz yok. Yazdığınız zırvalar mı? Onlar da tarihi yapanlarla örtüşmüyor. Neyse bunca zamandır sizden haber bekliyordum; bir vicdan kırıntısının üzerinden geçmiş toz zerresi kadar iyilik güzellik taşıyan. Heyhat ne mümkün! Siz olmasanız felsefe bugüne kadar yaşar mıydı? Kadirşinaslık, erdem, iyilik, ahlak, vicdan, sevi nerelerdesiniz? Duyun sesimi! İnsanoğlu gittikçe sesi olmayanlara bağlanıyor. Hayal ettiklerimiz hep sessiz özneler. Bir dağ başı olsun, deniz kenarı, tarla, bahçe olsun sussun. Domates, biber, taze soğan! Hıh hayale bak..<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Neylersin içinde insan olan bir hayal duymadım ben daha.. Evvel zaman masalları kadar uykumu getiriyor hayalleriniz. İçinde can yok, ses yok,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>nefes yok.. </div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Bu kibriniz sakın burnunuzda aldıracak kıl olmamasından kaynaklanıyor olmasın. Hah haa güldürüyorsunuz beni zeka fıskiyeleri. Aynı havuzun içinde dönüp duran su damlaları gibi bir ota bile faydanız dokunmaz. Oysa birlikte büyümüştük, bana niye öğretmediniz insan eti yemeyi.. Karşılıksız olsun her şey amenna ama karşılıksızlık bari karşılıklı olsun. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-64892074295790658542011-09-06T04:35:00.000-07:002011-09-06T04:35:31.834-07:00EVLİLİK<!--[if gte mso 9]><xml> <w:WordDocument> <w:View>Normal</w:View> <w:Zoom>0</w:Zoom> <w:TrackMoves/> <w:TrackFormatting/> <w:HyphenationZone>21</w:HyphenationZone> <w:PunctuationKerning/> <w:ValidateAgainstSchemas/> <w:SaveIfXMLInvalid>false</w:SaveIfXMLInvalid> <w:IgnoreMixedContent>false</w:IgnoreMixedContent> <w:AlwaysShowPlaceholderText>false</w:AlwaysShowPlaceholderText> <w:DoNotPromoteQF/> <w:LidThemeOther>TR</w:LidThemeOther> <w:LidThemeAsian>X-NONE</w:LidThemeAsian> <w:LidThemeComplexScript>X-NONE</w:LidThemeComplexScript> <w:Compatibility> <w:BreakWrappedTables/> <w:SnapToGridInCell/> <w:WrapTextWithPunct/> <w:UseAsianBreakRules/> <w:DontGrowAutofit/> <w:SplitPgBreakAndParaMark/> <w:DontVertAlignCellWithSp/> <w:DontBreakConstrainedForcedTables/> <w:DontVertAlignInTxbx/> <w:Word11KerningPairs/> <w:CachedColBalance/> </w:Compatibility> <m:mathPr> <m:mathFont m:val="Cambria Math"/> <m:brkBin m:val="before"/> <m:brkBinSub m:val="--"/> <m:smallFrac m:val="off"/> <m:dispDef/> <m:lMargin m:val="0"/> <m:rMargin m:val="0"/> <m:defJc m:val="centerGroup"/> <m:wrapIndent m:val="1440"/> <m:intLim m:val="subSup"/> <m:naryLim m:val="undOvr"/> </m:mathPr></w:WordDocument> </xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml> <w:LatentStyles DefLockedState="false" DefUnhideWhenUsed="true"
DefSemiHidden="true" DefQFormat="false" DefPriority="99"
LatentStyleCount="267"> <w:LsdException Locked="false" Priority="0" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Normal"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="heading 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 7"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 8"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 9"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 7"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 8"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 9"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="35" QFormat="true" Name="caption"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="10" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Title"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="1" Name="Default Paragraph Font"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="11" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Subtitle"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="22" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Strong"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="20" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Emphasis"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="59" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Table Grid"/> <w:LsdException Locked="false" UnhideWhenUsed="false" Name="Placeholder Text"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="1" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="No Spacing"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" UnhideWhenUsed="false" Name="Revision"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="34" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="List Paragraph"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="29" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Quote"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="30" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Intense Quote"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="19" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Subtle Emphasis"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="21" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Intense Emphasis"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="31" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Subtle Reference"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="32" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Intense Reference"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="33" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Book Title"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="37" Name="Bibliography"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" QFormat="true" Name="TOC Heading"/> </w:LatentStyles> </xml><![endif]--><!--[if gte mso 10]> <style>
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:"Normal Tablo";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin-top:0cm;
mso-para-margin-right:0cm;
mso-para-margin-bottom:10.0pt;
mso-para-margin-left:0cm;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:"Calibri","sans-serif";
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:"Times New Roman";
mso-fareast-theme-font:minor-fareast;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;}
</style> <![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml> <o:shapedefaults v:ext="edit" spidmax="1026"/> </xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml> <o:shapelayout v:ext="edit"> <o:idmap v:ext="edit" data="1"/> </o:shapelayout></xml><![endif]--> <br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br />
</span></b></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Başlık pek çekici değil, kabul ediyorum. Ama bu sanırım kelimenin kendisinden kaynaklanıyor. Köken olarak “ev” sözcüğünden türetilmiş bu kelime ev sahibi olmayı çağrıştırmaktadır. Bu şekilde esprilere de konu olduğuna çoğumuz tanık olmuşuzdur. Oysa iki insanın hayatlarını birleştirmesi böyle maddiyatı çağrıştıran kökenden türetilmiş bir kelimeyle ifade edilmemeliydi. Mesela “eşlenmek” daha doğru bir ifade olabilirdi. </span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Latince söyleyecek olursak her insan “sui generis”tir. Kendine özgülük herkese ayrı bir şekil verir. Evlilik de iki ayrı şeklin “puzzle” (yapboz tam olarak uymadığı için İngilizcesini kullandım) gibi birleşmesiyle yeni bir şeklin oluşmasıdır. İşte zurnanın o garip sesi (zırt) çıkardığı yer burasıdır. Bir oyun olan “puzzle”da resim ya da şekil önce bir bütün olarak yapılır daha sonra parçalara ayrılır. Yani parçaların bir araya gelmesi yeniden bütünlüğü sağlar. Oysa insanlar önce şekil alır sonra bir araya gelip bir resim oluşturmaya çalışırlar. Bu nedenle yüzde yüz birbirine uyan iki şeklin bir araya gelme olasılığını hesaplamaya Einstein beyni gerekir. </span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Düşünün ki her insanın sivri olduğu, yuvarlak olduğu, köşeli hale gelip sonra ovalleştiği özellikleri vardır. Fantastik filmlerdeki sahneleri anımsayın. Elde garip şekilli bir anahtar gizemli geçitlerden geçilerek bulunan bir kapı üstündeki boşluğa yerleştirilir ve o anda gizli bir kapı açılır. İşte evlilikte de mutluluğun kapısının açılmasının sırrı buradadır kanımızca. Birbirini en azından tamamlamaya yakın şekillerin bir araya gelmesidir. Fantastiktir.. <span> </span></span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Mesela bir dikdörtgenle bir tarafı testere ağzı gibi tırtırlı iki şekli bir araya getirseniz zavallı dikdörtgenin yıpranacağı gibi aradaki boşluklardan da her türlü sızıntı yol bulur. Hiçbir insan dümdüz olamayacağına göre de bu basit şekilli örnekten yola çıkarak varın gerisini siz düşünün. Birbirinin boşluğunu, girintisini, çıkıntısını, sivriliğini tamamlayamayan şekiller ancak birbirilerini yıpratır, çizer, törpüler. Evlilik, o zaman ömürden ömür götürmenin adı olur. </span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bahsettiğimiz gibi hiçbir zaman birbirine tam oturmayacak olan bu şekiller arasındaki boşlukları da düşünmek lazım. Gerekli temizliği yapmaz, değerli güzel maddelerle o boşlukları doldurmazsanız zamanla toz, toprak, kir pasla dolu bir birleştiriciye mecbur kalırsınız. Bunlar evlilikte hayatın dayattığı mecburiyetler olarak çıkar karşımıza. Birbirinizi kandıracak renkli, göz boyayıcı oyun hamurları ya da yağmura, çamura, rüzgara yıllar içinde yenilen silikon.. </span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Ya da her türlü hava koşullarına, yıllara dayanıklı değerli bir madenle doldurulmuş boşluklar.. O maddenin ne olduğunu söylememe gerek yok sanırım.. </span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-43753833723654335552011-02-16T06:46:00.001-08:002011-02-16T06:46:32.786-08:00KORKMA!<a href="" name="e9684325"></a> <br />
<h1><a href="http://nurhayataltaca.blogcu.com/korkma/9684325" rel="bookmark"></a></h1><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">-Korkuyorum, diyor. </span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Doğrusu teselli edecek bir cümle bulamıyorum. Ülkede “korkma” diyecek nesnel koşullar mevcut olmadığı gibi bireysel olarak da başını okşayıp korkusunu dindirecek cesaretimi kaybettiğimi anlıyorum. İşin kötüsü artık ben de korkuyordum, ki karanlıktan, yalnızlıktan, uçurumlardan, vahşi hayvanlardan ..vs korkmayan bir insan olarak otuzüçüncü yılıma girdiğim şu hayatımda cesaretini kaybetmenin ağırlığıyla kamburlaşmışım sanki. Evet, korkularımız birer kambur olup sırtımızda gün geçtikçe eğiyor başımızı yere. Korkum kendime dair değildi elbet, geleceğe dair, gençliğe, çocuklara, özgürlüğe ve sahip olduğumuz güzel şeylere dair. </span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Üniversite yıllarımda bir gün gözaltına alınmıştım. Benimle birlikte alınan tecrübeli arkadaşlar bize bilgi veriyorlardı. Kafamızı masa köşelerine vurabilirmiş polis kafamızı korumamız gerekmiş falan da filan. Korkmadım hiç, hatta kolumu tutan polise bir kükremişim ki “bırak kolumu kendim gelirim” diye sonradan televizyondan izleyip aktaran arkadaşlardan kendimi bir efsanenin kahramanı gibi dinlemiştim. Şimdi istatistikler işkence azaldı diyor ama korkuyorum. Suçsuz insanların özgürlüklerinin ellerinden alınmasından, farklı seslerin susturulmasından daha korkunç ne olabilir ki.. Telefonla konuşmaktan, internette uzaklardaki bir arkadaşımla memleket meselesi konuşmaktan korkuyorum. Kendime dair değil korkularım diğer insanlara benzetilmekten korkuyorum. </span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">İnsanın düşüncesini yakın bir arkadaşıyla paylaşamaması esaret değil de nedir? Bir samimi sohbet edememesi, sürgüne göndermesi beynindeki düşünceleri dayanılmaz değil midir? Uzak bir ülkeden üniversite yıllarından dostumla yazışıyoruz. Nasıl, umut var mı diye soruyor. Kaderimizi diyorum uluslar arası sermaye şirketleri belirliyor. Biliyorum yazışmalarımızı da okuyorlar. Eskiden devletle karşılaştığımızda korkmazdık şimdi ise karşımızda devleti görünce yolumuzu çeviriyoruz diyorum. Koca ellerinde iletişimin tespiti tutanakları ya da vergi cezaları ya da ne bileyim komplolar, iftiralar sallaya sallaya karabasan gibi çökerse üstümüze diye yolumuzu çeviriyoruz diyorum. </span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Tekrar dönüyorum küçük kıza korkma diyorum korkarak. İçerde, dışarıda her yerde sermayenin artı değerine katkı sunan dişlilerin arasında bir toz zerresiyiz nihayetinde. İstediğini susturur, istediğini tahta oturtur, istediğini tasfiye eder ya da başımızın tacı yapar dilediğinde. Korkma yine de kayalar toz zerrelerinden oluşur ve dişlinin arasına sıkıştı mı dişliyi durdurur olduğu yerde. </span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">-Korkuyorum diyor feri sönmüş gözlerle.. </span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Nasıl diyebilirim ki “korkma” diye. Hergün gözlerinin önünde şiddet yaşanan bir çocuğun iflah olmaz psikolojik bozukluğu yerleşmiş içimize.. Bir tıkırtı gelse sıçrayacak gibiyiz yerimizde. </span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">-Korkuyorum diyor, hiçbir şey kalmayacak sanki elimizde.. </span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">O zaman elimiz kalır diyorum, kaybedecek şeyi kalmamış ellerden daha güçlü ne olabilir? KORKMA! </span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-28678860924783238862011-02-16T06:45:00.000-08:002011-02-16T06:45:26.487-08:00ARAF<a href="http://nurhayataltaca.blogcu.com/araf/9676613"><br />
</a><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <span style="font-size: 12px;"><span style="color: black; font-family: Calibri;">Daha huzurlu bir yer yok bence şu mezarlıklardan. Ne bileyim herkes sessiz, herkes komplekssiz, mülayim, hareketsiz. En çok gürültü edenler kuşlar, böcekler.. O da doğal müzik niyetine gözleri kapayarak dinlenecek cinsten. Çiçekler ölülerden daha nazlı, su dökmezsen bir süre küsüveriyorlar. Ölüler bir reaksiyon göstermediğinden küsmediklerini varsayıyorum. Arada bir mezarlığa gitmek huzur bulmanın yanı sıra hayatı anlamak için de gerekli bence. İmanın şartları arasına koyulsaydı daha çok insan dindar olabilirdi aslında. Dünyanın da bir yansıması gibidir mezarlıklar. Siyah granit taşlı mezarlar zenginliğini ortaya koyarken bazı ölülerin, kimi bakımsızlıktan çökmüş kimsesizliğini haykırır. Hergün mermeri silinenler geride yoğun bir seven bıraktığını gösterirken kimileri de çiçek bahçesi gibi taze, canlı çiçeklerle bezelidir. </span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <span style="font-size: 12px;"><span style="color: black; font-family: Calibri;">Bizim mezarlığın yanı başında derme çatma bir evde tek başına yaşayan yaşlı bir kadın var. Bizim mezarlık diyorum çünkü zaman geçtikçe akrabalar, tanıdıklar mekân tuttu orayı ki sanırım benim de orda kalırsa bir kaç karış toprağım olacaktır o yüzden sahipleniyorum. İşte bu bizim mezarlığa ne zaman gitsem yaşlı kadın çeşme başında ibrikleri doldurur. Sıraya mı koydu yoksa sadece sahipsiz olanlara mı bakıyor bilemem ama hergün mezarları suladığı kesin. İki ibrik almak için çeşme başında beklerken dolulardan uzatır yaşlı kadın görev edinmiş ne de olsa ibrik doldurmayı. “Al kızım Allah kabul etsin” der. “Yok ben sadece konuşmaya geldim teyze, bildiğim dört dua Temel’in ki gibi üç Kulhü bir Elham” diyecek olsam da O’nun saf, karşılıksız hizmeti susturur beni. </span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <span style="font-size: 12px;"><span style="color: black; font-family: Calibri;">Babam gözlerimden öperdi, bıyıkları batardı gözlerime. Şimdi de geceleri yıldızların okları batıyor. Geleceğiz biz de bir gün, bekle diyorum hep ayrılırken. Bekleyen biz miyiz yoksa? Gidecek olan da bekler ne de olsa. Sabırsız ilkbaharın mevsimi arafta bırakması gibi kendimizi yaşarken arafta bırakmaya gerek yok. İlkbahar-kış arasında gidip gelen mevsimin kararsızlığı gibi yaşam-ölüm arasında kararsız kalmak olmaz. Yalancı bahar nasıl kandırırsa meyve ağaçlarının çiçeklerini, yalancı ölüm de çevremizdeki hayatımızı tatlandıracak güzellikleri kandırıp soldurmaktan başka işe yaramaz. Evet, ölü insanlarla dolu etrafımız yaşadığını zanneden, yalancı baharlarla sahte ışıklar saçıyorlar. Efendileri var birden fazla, bir köle gibi bağlı oldukları sanrılar, buz kesen bir yalancı bahar ısırmaktadır hayatlarını. Beklemesini bilmek lazım o halde sükunet içinde gideceği günü, ukalalık etmeden. Güneş olsa da mevsim kışsa hava soğuktur ne de olsa.. </span></span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-43592296510535429462011-02-16T06:42:00.001-08:002011-02-16T06:42:44.611-08:00BEKLEMEK EN BÜYÜK EYLEMDİR<a href="" name="e9627883"></a> <br />
<h1><a href="http://nurhayataltaca.blogcu.com/beklemek-en-buyuk-eylemdir/9627883" rel="bookmark"></a></h1><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><em><span style="font-size: 14px;">BEKLE</span></em></em></span></em></span></em></span></em></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><em><span style="font-size: 14px;">Birinci gün..</span></em></em></span></em></span></em></span></em></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">Daha kaç gün bekleyeceğini bilemezken ilk günün yorgunluğu çökmüştü üzerine. Sabah uyandığında bir mektup bulmuştu kapının önünde. Kafka’nın “Sevgili Milena”sına yazdığı gibi hep uzakta olmanın naifliğini taşıyordu. Gidiyorum savaşa diyordu olanca dokunaklığıyla. Bekle, geleceğim ve o zamana kadar “sevgiyle kal”. </span></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">İlk satırlarında döktüğü gözyaşlarını aceleyle silerken arkasından yetişir miyim diye çocuk acemiliğinde adımlar atarken savaşçının çoktan yol aldığını anladı. “Yaşadıklarımla savaşmaya gidiyorum, yılların biriktirdiği kötü kalıntıları söküp atmaya, arınıp damarlarımdaki kin tutan yuvarlardan, zafer kazanmaya gidiyorum.” Demişti. Ah mezar taşlarının kıymetini şimdi anladım diye iç geçirdi kadın. Sarılacak bir taşı bile olmazdı ya eski savaşçıların. İçinde titreyen bir telli çalgının teli değildi. Bizzat kendi iç sesiydi. Kanatlarını nasıl da hızlı çarpıyordu karnına yerleşmiş kelebekler. Keşke kendi canının acımasıyla yetinseydi bu bekleyişler. Daha ilk günün ağırlığı altında bu kadar ezilmişken beklemek şimdiden dipsiz bir kuyu gibiydi. Sevgiyle kal diyordu sonunda mektubun, sevgisiz kalamazdı ki zaten. Söylenmemiş cümleleri vardı daha. Ezilirken söyleyememenin pişmanlığı altında, biriktirip toparlayıp sevgiyle kalakalacaktı olduğu yerde. Hareketsiz kim bilir daha kaç gün.. </span></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">Kafka, Milenasına; sen bir bıçaksın demişti, ve ben her gün içimi deşiyorum o bıçakla. İstemem böyle cümleler kurmasın bana.. Ama desin ki; sen benim can suyumsun ve ben her gün yeniden yeşertiyorum içimdeki yaşama sevincini.. Damarlarımdaki kanımsın ve ben seninle her nefesimde yeniden keşfediyorum vücudumun coğrafyasını.. 24 Ocak 2011</span></span></span></span></div><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em>BEKLEM</em></span></em></span></em></span></em></span><br />
<span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em>İkinci gün… </em></span></em></span></em></span></em></span><br />
<div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">Bir gün eline tutuşturmuş olduğu o solgun fotoğrafıyla kahramanının, uyuyakalmıştı mecalsiz. Gece ansızın uyanmıştı birkaç kez, her çıtırtıyı postacı sandığından. Geceyle gündüz birbirine karışmıştı. Bir haber bekliyordu sadece “iyiyim” diyen bir haber. Dün değil de gittiği sanki yüzyıllar önceydi. Ne kadar isterdi savaşa beraber gitmeyi, yaralarını sarmayı, su vermeyi, alnını silmeyi.. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">O gittiğinden beri yağmur hiç durmamıştı. Karnında kanat çırpan kelebekler gibi, durulmamıştı kanatsız yağmur damlaları. Küçükken yatağa girdiğinde dua ettiği günlere dönüp bütün saflığıyla bildiği bütün dinlerin tanrılarına yakardı. İyi olsundu da yıllarca sürecek mektuplaşmaya ve yağmurlara razıydı. Varsın bulutların gözyaşları hiç kurumasındı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">Yine gece, bu kez siyah pelerinlerini örtmüş üstlerine ağaçlar. Bari yıldızlar oklarını gözlerime batırmasalar diye düş-ündü.. 25 Ocak 2011 </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"> </div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em>BEKLEME</em></span></em></span></em></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em>Üçüncü gün… </em></span></em></span></em></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">Hâlâ bihaberdi.. Bu sabah, müjganından dökülen katrelerin kötü haber getiren bir haberci olduğu konusundaki tecrübesini hatırlayıp henüz öyle bir duruma gelmediği için şükretti. Bütün gün durmaksızın yağmur yağdı. Ama bugün akşam üstü bir sokak lambasının ışığında yağmur damlalarının kanatlandığını gördü. Bir mektup yazsam diye düşündü. Yağmurun altına bırakacaktı, kelimeleri yerinden söken damlalar buharlaşacak ve bulutlara karışıp gökyüzünden okutacaktı kendini. Adres kısmına ne yazacaktı? Bay Kahraman Herakles; Harp meydanı.. ya gitmezse, yok en iyisi beklemekti. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">Biliyordu savaşçı yüreğini ortaya koyar muzaffer olurdu. Ama bir haber, sadece bir haber almayı ne kadar çok isterdi. En kötüsü de kimse bilmezdi beklediğini. Beklediğini anlasalar bile kimi bekler, neyi bekler kimse kestiremezdi. Ahh üçüncü günü de geçirse belki iyileşmeye başlayan yaralar gibi hafiflerdi beklemenin acısı.. 26 Ocak 2011</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em>BEKLEMEK</em></span></em></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><em><span style="font-size: 14px;"><em>Dördüncü gün… </em></span></em></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">Alacakaranlıkta yatağından fırladı, eline baktı. Rüyayla gerçek arasında gidip geldi saniyeler içinde. Ağaçların üzerine kurulu evlerden cennetin ortasındayken küçülüp bir avuçiçine sığar oldu kahramanı. Yani el kadardı. İncitmeden yatırarak koluna, ezerek bütün engelleri çıkan yoluna, koşuyordu ama nafile, kaygıyla uyanıp umutsuzluğa duçar oldu. </span></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">Bu zulmet, bu sessizlik her gün yavaş yavaş nefesini kesiyordu. Soluk alışları azaldıkça sanki beklediği zaman azalıyordu. Savrulan düşünceleri dönüp dolaşıp yine tanrıya bulaşıyordu. Tam da diyordu isyan bayrağım kurumaya başlamıştı toplayacaktım, nerden çıktı bu yağmur?. </span></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><span style="font-size: 14px;">“Bu kadar bilmeseydim de Eflatun’un mağarasına inansaydım, gördüklerim zahir olsaydı, gerçekler sonsuz.. ve ben o sonsuzlukta seni bekleseydim” diye iç geçirdi. Gün geçtikçe uzayan günleri kesecek bir makas istedi, tanrı vermedi.. Ah kürek cezasına razıydı da bekleme hükümlüsü olmasaydı.. 27 Ocak 2011 </span></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><em>.........</em></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><em>BEKLEMEK EN BÜYÜK EYLEMDİR</em></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;"><em>Ondördüncü gün… </em></span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Beşinci gün bir haber geldi sonunda o meşakkatli bekleyişi sonlandıran. Savaşa giden, bir tren istasyonunda kalmıştı günlerdir. Ne geri dönebilmiş ne de yola çıkabilmişti. Uzayıp giden rayların ortasına sıkışmış, üstünden tren geçen biri gibi kıpırtısız kalakalmıştı günlerdir. Haber aldı ya kadın gerisi laf hiç sormadı ötesini.. Rahatlamanın verdiği huzurla hastalandı. Günlerce yarı ölü yarı diri yatarken mektuplarını yazamadı. </span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Huzur iyi değil insan için diye düşündü. “Adamcağız yıllarca çalıştı didindi, çocuklarını okuttu, evlendirdi, emekli oldu tam hayatını yaşayacakken bu kötü hastalığa tutuldu terki diyar etti” derlerdi çevresinde sık sık. Böyle vakaların yaşanmasından bir genelleme çıkardı kadın kendince “Huzurun fazlası hasta eder insanı”. Kendisi de haber alır almaz yataklara düşmüştü işte. Biraz kavga olmalı hayatta, mücadele olmalı, yenecek düşmanları, zaferleri, kazanımları, diri tutan kaygıları, beklentileri, umutları.. Hayata tutunacak kıskaçları olmalı insanın. </span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Dünyanın başını döndüren güneş gibi bir yıldızı olmalı insanın da başını döndüren. Bir tutkusu olmalı insanın gerektiğinde öldüren. Ki ölenler olmazsa bir ideal uğruna nasıl yaşardık biz şimdi kıymetini bilmediğimiz onurumuzla. Promete olmasaydı, Bruno yakılmasaydı, Sokrates zehirlenmeseydi ve adını bilmediğimiz nice kahraman kavga etmeseydi hala dünyanın döndüğüne bile inanmayan kölelerdik belki. Başkaları için ölenler ve kendileri için yaşayanlar dünyanın başından beri adaletsiz bir düzen gütmüşlerdi. İnsanlığın istediği bütün değerler kıymetini kanla biçerdi. Bilmem kaç insan kanı içmeden barış gelmezdi mesela herhangi bir zamanda herhangi bir yerinde dünyanın. İnsanın bedenine dokunmamak için işkence sandalyeleri yıllarca kan içti. Bu dünyanın düzeni böyleydi, birileri insan gibi yaşasın diye birileri fedakârlık etti. Tam bunları düşünürken bir ses işitti; “n’olursun uyan artık, aç gözünü, bizi sensiz bırakma”. Kadın rüya gördüğünü zannetti, uyanmaya çalıştı, açamadı gözlerini. Gözkapaklarındaki tonlarca ağırlık da neyin nesiydi. Tekrar uyuyacakken savaşçının sesini duydu “kazanacaksın, sen güçlüsün” , gözlerini nasıl olduysa açabildi ve O’nu gördü. Bulanık bir dünyaya bakarken O’nun gözleri bir yıldız gibi parladı sanki. “On gündür yoğun bakımdasın” dedi kadına. Bir tren istasyonunda bulmuşlardı kadını ellerinde güvercin tüyleri, cebinde küçük bir not kâğıdı; </span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">“bir lodos sıcaklığında yeniden gel” </span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Tamamen uyandığında anladı ki aslında giden kendisiydi.. Bekleyen yine kendisi.. Ve beklemek en yorucu, en yoğun devinimli bir ruh eylemiydi. </span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-14693997952997100312011-02-16T06:41:00.001-08:002011-02-16T06:41:50.410-08:00BURSA'DA ÜÇ CİNAYET<div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Burnuna eski zamanlardan kalma sabun kokusu geldi. Tombul memelerini camdan sarkıtan teyzelerin duvarlara sinmiş sabun kokusu. Etrafı parmaklıklarla sarılı sitelerin olmadığı mahallelerde gezmeyi severdi. Eskilerde yaşamış ruhların esintileri çarpıyordu yüzüne. Karşılıklı ve düzenli iki katlı Rum evlerinin bulunduğu bu yaşlı sokakta, camdan cama konuşulmuşların yankıları çınlıyordu kulaklarında. Tarihin bilinen en eski cinayeti demek bu şehirde işlenmişti. 8500 yıl önce desem ne ifade eder ki. Çakmak taşından yapılmış bir okla vurulan savaşçının kemiklerini bulmuş arkeologlar, karnı da deşilmiş üstelik 85 asırdır insan aynı insan, sadece cinayet aletleri gelişmiş. Kemiklerin bulunduğu yer dolaştığı kıyıya çok da uzak değildi, acaba o devirlerde Aktopraklık’tan Mudanya’ya gelirler miydi? İnsanların o zamanlar paylaşamayacakları şeyler daha azdı. Cinayetin bir aşk cinayeti olması gerektiğine inandı. Hep duygu arkeologu olduğunu sanırdı. Bu mahalledeki evler bile büyük gelirdi o zamanki insanlara herhalde, oysa şimdi bize küçük geliyor, zaman nasıl da küçültüyordu her şeyi. İhtiyaç duyduğumuz şeyler büyüdükçe aslında küçülen beynimiz değil miydi?</span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Dolaştığı mahallenin konseptine uygun bir zamana dönüp Tuti’yi hatırladı. Bursa’da işlenmiş diğer bir tarihi cinayetin kurbanı.* 250 yıl önce Şehreküstü’de adı kötüye çıkmış bir kadındır Tuti. O zaman da şimdiki gibi yoksullar kötü işler yapardı. Mahalleli istemezse ordan oraya taşınır, tutunabildikleri kadar yaşarlardı. Tuti bu mahallede yaşamış mıydı acaba diye düşünürken, bir kadının bu mahalleden kovulmuş olma ihtimalini kafasından silip attı. Bir gece cesedi bulunmuş Tuti’nin birkaç mahalle ortasında. Anadolu ahkam defterlerinden anlaşıldığı kadarıyla o zamanlar faillerden çok diyetin peşine düşermiş maktul yakınları. Mutlaka diyeti sağlama almak için cesedi birkaç mahallenin orta yerine bırakılmış. Ah Tuti denize girip arınmak için bile olsa bu mahalleye gelmiş miydi? Bursa’da ikibuçuk asır önce de Aralık sonunda papatyalar açar mıydı? Tuti papatya toplayıp saçlarını sarartır mıydı? Cezasız kalmış katili bir kez olsun pişmanlık duymadı mı diye sorgularken tarihin kuyusunda emilen cevapsız sorularla boğulacakmış gibi oldu. Üstelik kendisinin işlediği cinayeti anımsadı.</span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Üçüncü cinayeti kendisi işlemişti Bursa’da. Hem de bir gemiyi öldürerek, en uzun gecenin sabahında. En uzun gece demişken 22 Aralık sabahı kendisi için yeni bir yılın başlangıcıydı. Günlerin uzamaya başlaması yeni bir yıl için daha anlamlıydı. O sabah limandaydı, açık denizlere sevdalı bir gemi yanaştı. Attığı demir limanın kıyısını yaralamıştı, dayanamadı can havliyle bir fırtına koparttı gemiyi parçaladı. Ve tarihin sayfalarına geçmeyecek bu cinayetin faili, arkeologlar bulmasın diye geminin parçalarını yaktı. Cinayeti sadece Tuti gördü bir de omurundaki çakmaktaşıyla savaşçı..</span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">* "Osmanlı'da Asayiş, Suç ve Ceza" ,Tarih Vakfı Yurt Yayınları</span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-39947021265826519662011-02-16T06:40:00.002-08:002011-02-16T06:40:43.704-08:00BALIKUŞ<span style="font-size: 14px;">Kayalıklara konmak pek adeti değildi ama nedense kendisini kayalıklarda buluverdi. Etrafına bakınırken birden daha önce görmediği bir çeşit balığın da kayalıklara zıpladığını gördü. O anda daha önce hissetmediği ve tarif edemeyeceği bir duygu kapladı içini. Konuşmak istedi ama balıkdili bilmiyordu. Balığın da konuşmak ister gibi çırpındığını ama kuşdili bilmediğini anladı. Sonra birbirilerine bakarak sustular. Genel olarak hayvanların kendi aralarında susarak konuştuğu bir dil vardı. Bir balığın kayalıklara zıplaması tuhaf olduğu gibi bir kuşun kayalıklara konması da pek rastlanır davranış değildi. <br />
-“Sen balık değilsin.” dedi düşünerek kuş. <br />
-“Ben de bazen kuşku duyuyorum türümden ama yapabileceğim pek bir şey yok.” diye cevapladı balık içinden. <br />
-“Balığa benzemediğin gibi suyun dışında yaşamaya çalışıyorsun.” <br />
-“Bazen suyun içindeki oksijen yetmiyor bana, bu sana tuhaf gelebilir ama solungaçlarım diğer balıklarınki kadar iyi değil.” <br />
-“Üstelik ağzın da biraz benim gagama benziyor.” <br />
İlk defa bu kadar yakından kuş gören balık, yüzgeçlerinin de kanatlara benzerliğiyle şaşkına döndü. Eğer kendisi gerçekte kuş idiyse nasıl balığa dönüşmüştü. Gece rüyalarına giren uçma hissini düşündü, sonra çevresindekilerin geçmişte yolduğu tüylerini anımsadı, iyilik yapıyorlarmış gibi arada bir çıkan tüylerini yoluyorlardı sonra da hiç tüy çıkmamaya başlamıştı. <br />
-“Kuş olsam bile bu saatten sonra uçamam herhalde. Zaten denizin içinde beni bekleyenler var. Dostlarım mesela, her şeyi unutuyorlar ve ben onların hafızası gibiyim. Sevdiklerim, çocuklarım beni görmeden duramazlar.” <br />
-“İnanamıyorum sana” diye susarak içinden konuştu kuş. “Kendini inkâr ederek yaşamışsın bu güne kadar. Seni inkâr edenlere ait olmuşsun. Tabiatına aykırı bir tabiatta solumaya çalışmışsın. Oysa olmadığın bir şeyi olmayı başardıysan kendin olmayı daha kolay başarabilirsin. Senin tabiatın uçarak yaşamayı gerektiriyor. Ve şimdi burada uçmaya başlamazsan, başlamazsan…” sonunu getiremedi. <br />
-“Bütün yaşadıkların ağırlık olarak birikseydi üstünde uçamazdın sende, oysa bugüne kadar uçarak hafifletmişsin hayatı kendine.” <br />
Anladı ki kuş, zordu balığa dönüşmüş birisini uçurmak gökyüzünde. Tabiatından koparılmışın acısını hissetti minik yüreğinde. Bırakmak istemediği halde balığı, ona dönüşmemek için baktı gökyüzüne çırptı kanadını, bundan sonra nerede olursa olsun içinden o balıkla konuşacağını bile bile havalandı. Balık arkasından baktı, gökyüzü karardı, üstüne minik bir damla düştü, yağmur çiseliyor sandı, denize atladı..</span>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-47950605040346332112011-02-16T06:40:00.000-08:002011-02-16T06:40:09.817-08:00KAFES<a href="" name="e9336086"></a> <br />
<h1><a href="http://nurhayataltaca.blogcu.com/kafes/9336086" rel="bookmark"></a></h1><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Sabah elini yüzünü yıkarken bütün ilçeye yayın yapan hoparlörlerden mikrofon tıkırtıları gelmeye başladı. Mikrofona üfleme sesiyle deneme yapıldıktan sonra bir erkek sesi “ölüm ilanıdır” diyerek başladı anonsunu yapmaya; “Mudanya eşrafından…”. Buraya taşındıkları zaman ilk duyduğunda anonsu şaşırmıştı. Herkesin birbirini tanıdığı küçük sahil kasabası olduğu günlerden kalmıştı galiba bu ilan şekli ilçeye. Şimdi de çok büyük sayılmazdı gerçi ama gün geçmiyordu ki yeni siteler kurulmasın deniz manzaralı topraklara. Yüzünü kurutma aşamasına gelmişken cep telefonuna bir mesaj geldi. İşyerinden bir arkadaşının babasının ölüm haberiydi. Sonbaharı ve sonra ilk kışı bu yüzden pek sevmezdi. Hep ölüm haberleri gelirdi. Bugün cenazesi kalkacak daha kaç kişi vardır acaba diye düşündü. Hiç tanımadığı insanların ölüm haberleri niye herkese duyuruluyordu ki. Dünya değiştirmek önemli bir meseleydi tabi. Hem niye hiç tanımadığını düşünüyordu ki belki de karşılaşmıştı yolda yürürken, kim bilir yol vermiştir ölen teyzeye karşıdan karşıya geçerken, bir kere göz göze gelmişlerdir sahilde yürürken. Yağmur durmaksızın yağarken dışarısının soğuk olduğu hissi uyandırıyordu. Kendisi ise babasını bir yaz günü kaybetmişti ve o tarihten sonra ilk yağmur yağdığında ölüler üşür mü acaba diye düşünmüştü. Bugün ölenlerin yakınları da aynı duyguya kapılmış olabilirdi.</span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">İki hafta önce gördüğü rüyadan sonra kendisini daha huzurlu hissediyordu. Tanrı rüyasında konuşmuştu onunla, üstelik bir felaketten kurtarmıştı. Tanrı tarafından sevildiğini bilmek ne güzel bir duyguydu. Anladı isyanlarına neden olan ayrılıkların nedenini şimdi. Yaratılanı severken yaratandan ötürü, ipin ucunu kaçırmış, yaratandan çok sevmişti ya da yaratandan çok sevilmişti. Tanrının da bir tahammül sınırı vardır elbet diye geçirip içinden, bu sefer aynı hatayı yapmamaya karar verdi. Zaten sevip sevmediğine bile henüz karar veremediği kişi, hayallerini cebinde saklayan bir bencildi.</span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Öğleden sonra arkadaşıyla yakınlardaki bir sahil kasabasında denize sıfır konumda bulunan temiz, küçük bir balıkçıya doğru giderken küçük yaşam alanlarını daha çok sevdiğini düşündü. Yolda gördüğü yeni yapılan sitelerdi şüphesiz onu düşündüren. Allanıp pullanıp billboardlara yapıştırılan afişlerde nedense çitler hiç görünmüyordu. Ama gerçekte parmaklıklar, yüksek duvarlar, çitlerle sarılıydı her biri. İnsanlar kendilerini kafeslere kapatıyorlar, her gün kendilerine yeni kafesler üretiyorlardı. Oysa başka türlü sağlayabilirdi insanlar güvenliklerini. Başka türlü yaşanabilirdi. Eski işhanının kapıcısı Halil Abi’yi hatırladı; bir gün arabayı park etmiş inecekken yardımcı olmak için elini arabanın kapısına atan kapıcının sonuçsuz kalan hareketi söylenmesine neden olmuştu. Macır şivesiyle; “neden kendinizi kilitliyırsiz?” derken bir yandan da eliyle yakınlardaki ferforjeli bir pencereyi göstererek, “kapitalizm insanı böyle demir parmaklıklar ardına kapatiır, bir de sosyalist ülkelere demir perde diyirlerdi, asıl demir perde bu işte” diyerek 89’da terk etmek zorunda kaldığı Bulgaristan’daki yaşamına özlemini dile getirmişti. Halil Abi azla yetinmesini bilen dindar bir sosyalistti arada bir kendisini büyük adam sananlara böyle dersler verirdi.</span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Karanlıkla birlikte içini coşkulu bir huzur kapladı anladı ki romantizm sevgilide değildir. Yıldızlarda, yeşilde, denizde, ormanın kuytuluklarında, gökyüzünden süzülen bir martıda, yani doğadadır. Sevgili olmadan da onlar bize güzelliklerini sunmaktadır. Aslolan görünen ve görünmeyen kafeslerden kurtulmaktır.</span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-76834906227063424532011-02-16T06:38:00.001-08:002011-02-16T06:38:43.911-08:00DÖNGÜ II<a href="" name="e9320004"></a> <br />
<h1><a href="http://nurhayataltaca.blogcu.com/dongu-ii/9320004" rel="bookmark"></a></h1><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Uludağ mütedeyyin bir semazendir. Sağ eliyle topladığı bereketi sol eliyle yağdırır Bursa ovasına. Döndükçe açılır etekleri ta Alaçamdan Kirazlı’ya. Uludur, çıkan bilir doruğuna. Tanrının ulu olduğunu ezan sesi olmadan fısıldar insanın kulağına.</span></div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Uludağ sisten duvağıyla muhteriz bir gelindir. Bekâretine göz dikmiştir, bir tek kendine dönen kompradorlar. Lakin onlar ‘kar’ı kâr diye okuyorlar. Ve Uludağ yılların yorgunluğuyla susarken, içinden küfrettiğini bir tek yaşlı çınarlar bilir.</span></div><div style="text-align: justify;"><br />
</div><div style="text-align: justify;"> <span style="font-size: 14px;">Uludağ içindeki ateşi püskürememiş bir sirk nümayişçisidir. Dönse de soğutamaz içindeki yangını. Bu sebeptendir ki göz göl olmuş bağrında gözyaşları birikmiştir. Ve Uludağ dönmeye başladığından beri bizim gibi kaç kişi yamacından geçmiştir.</span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-52885502821750317212011-02-16T06:37:00.001-08:002011-02-16T06:37:39.013-08:00DÖNGÜ<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> <span style="font-size: 14px;">Uludağ narin bir balerin, bizse eteklerine yapışmış dönüp duruyoruz. Oysa daha demin gibiydi, yanımızdan geçerken lodosa karışıp dönen tozlar şimdi döne döne düşen karın altındalar.. Şimdi yenilenen takvim yapraklarında yeni çıplak kızlar erkeklere zamanın geçtiğini unutturuyorlar. Masamın üstünde her biri bir haftaya denk gelen üç yaprağı kaldı takvimin. Bir haftada ne kadar çok yaşar insan, bir yaprağa ne kadar çok şey yazar. Yaşarken fark etmediği insanın, yazıldığında ne kadar da parlar.</span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><br />
</div><span style="font-size: 14px;">Bir şeyi daha anladım yılı devirmeden; kaybedecek şeyi çok olanlar hayallerine kavuşamazlar. Koca yıl boşa geçmemiş yani. Dünya güneşin etrafında turunu tamamlarken, akrep yelkovana sırtını dayamış altmış adımdan sonra bir zahmet ilerlerken, bir şeyi öğrenmek için ne kadar yaşamamız gerektiğini bilemezken, belki de hiç öğrenemezken takvim yaprakları arasında dönüp duruyoruz işte.. </span>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-44081932835666137942011-02-16T06:36:00.001-08:002011-02-16T06:36:57.703-08:00PLATONİK<a href="" name="e9196561"></a> <br />
<h1></h1><div style="text-align: justify;"> İÇ KONUŞMALAR/I</div><div style="text-align: justify;"> “Ruhtan çok, bedeni seven o kaba âşık kötüdür.” Platon.*</div><div style="text-align: justify;"> Bedeni sevmek kötü değildir, ruhtan daha fazla sevmek kötüdür. Ruh ve beden arasındaki ilişki ilk çağ felsefesinden bu yana insanların sorguladıkları ve fazlasıyla zorlandıkları bir ilişki olmuştur. Bedenin öldüğü ve yok olduğuna tüm duyularıyla muvaffak olan insanoğlu görünmeyen ruhun ölümsüzlüğüyle avunmuştur. Tecrübe edilip aktarılması mümkün olmayan bu ruhun ölümsüzlüğü bilgisi nerdeyse bütün inanışlarda, felsefi düşüncelerde, dinlerde, yaşayış biçimlerinde dışsal yaşamı etkileyecek şekilde somutlaşmıştır. Binlerce yıllık mezar kazılarından çıkan, ölülerin eşyaları ise bu somutlaşmanın uç noktasıdır. Biz de bu konuyu daha fazla derinleştirmeden yine aşk meşk meselelerinden dem vuracağız lakin konuya da felsefi bir boyutla giriş yapmakta fayda gördük.</div><div style="text-align: justify;"> Aslında bedensiz bir aşk nasıl mümkün değilse bedeni sevmeyen âşık da mümkün değildir. Fakat bu beden aynı zamanda Platon’un dediği gibi ruhun mezarıdır. Yani “soma, sema”. Bedeni ele geçiren âşıklardan hiçbiri efsaneleşmemişken ruh seviciliğinden öteye geçememiş âşıklar birer efsane olmuşlardır. Çünkü beden ruhun mezarı olduğu gibi aşkın da mezarıdır.</div><div style="text-align: justify;"> Çünkü âşık, karşısındakinin bedenini de (ruhunun maddi dünyaya yansıması da diyebiliriz) kendisi yaratır. Âşık ruh, hayalinde büyüttüğü maşukunun imgelemini, gerçek dünyada, maddede bulamayınca hayal kırıklığı yaşar ve efsaneler böylelikle de artık doğmaz olur. Hele kadınlar, ruhlarının yücelttiği o dağ gibi adam, diz dize gelince birden saksılarındaki minnacık bir tepeye dönüşmez mi? Ya erkekler, onların ruhları bedeni daha çok sevmekle birlikte bedenleştiklerinde Platon’un bahsettiği “kaba ve kötü âşık” tanımının da fevkinde kötülüklere bürünmez mi?</div><div style="text-align: justify;"> KÖTÜLÜK</div><div style="text-align: justify;"> İÇ KONUŞMALAR/II</div><div style="text-align: justify;"> İyilik ya da kötülüğün ilk koşulu bilmektir. Sosyal olgular, ifade buldukları toplumsal anlayışın ölçütlerine, zamana, yere ve de öznel koşullara göre anlam kazanırlar. Örneğin doğu toplumlarında kadınların, erkeklerle göz göze geldiğinde kafalarını eğmeleri “namuslu kadın” anlamı vermekte fakat aynı davranış batı toplumlarında “kaba kadın” anlamına neden olabilmektedir. Bazı ayinlerde şarap içmek ibadetin bir parçası iken, bazı inanışlarda bütün kötülüklerin anası kabul edilebilmektedir. Esasen ben, iyilik, kötülük, günah yaftalamalarının özellikle ilahi anlamlandırılmada tamamen öznelleştirilmesinin daha adil olacağı kanaatindeyim. Örneğin şarap içerek kendisini tanrıya daha yakın hisseden kişi kötü bir şey yaptığını düşünmemekte ve dolayısıyla da kötü bir şey yapmamış olmaktadır. Ama şarap içmenin kötü bir şey olduğunu düşünen bir başkasının şarap içmesi bile bile kötü bir davranış sergilediği anlamına gelmektedir.</div><div style="text-align: justify;"> Bu yüzden insanlar kötülük yapacakları zaman, bilgi dünyalarında değişiklik yaparak işe başlarlar. Halid Ziya Uşaklıgil’in bir romanında kahramanına söylettiği gibi “önce vicdanlarını rahatlatacak bahaneler bulurlar”. Kendilerini inandırmaya çalıştıkları bu zorlama öznel bilgi bizce kişiyi kötülüğün vebalinden kurtarmaz ki zaten genellikle bir süre sonra “vicdan sızısı” olarak gerçek bilgi su yüzüne çıkar.</div><div style="text-align: justify;"> Bilgi ile davranış arasındaki irtibatı yaklaşık ikibinbeşyüz yıl önce sorgulayan ve bu yüzden yetmiş yaşında ölüme mahkûm edilen o gururlu filozofa bırakalım sözü; “çünkü siz erkekler, ölümden korkmak, öyle olmadığı halde insanın kendisini bilge yerine koymasından başka bir şey değildir. Çünkü bu insanın hiç bilmediği bir şeyi bildiğine inanması anlamına gelir. Çünkü hiç kimse ölümün insanlar için bir iyiliğin en büyüğü olup olmadığını bilemez, ama gene de kötülüklerin en büyüğü olduğundan kesinlikle eminmişler gibi insanlar ondan korkuyorlar. Ve bu o çokça aşağılanan cehaletten başka nedir ki: yani bilmediği şeyi bildiğini sanmak. ……… zor olan ölümden kaçmak değildir: bundan çok daha zor olanı kötülükten kaçınabilmektir, çünkü o ölümden çok daha hızlı koşar. Ve şimdi yavaşlamış ve yaşlanmışken, daha yavaş olan tehlike bana yetişti; (benden) daha güçlü ve çevik olan davacılarıma ise hızlı olanı, kötülük yetişti.” Sokrates bu ünlü savunmasındaki çıkarımlarının binlerce yıl sonra hiç değer vermediği “para kazanmak” için pazarlama ya da yönetim eğitimlerinde kullanılacağını bilse hiç bu sözleri sarf eder miydi?</div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-41483190023056757202011-02-16T06:35:00.003-08:002011-02-16T06:35:59.899-08:00MAZİYE AVDET<div style="text-align: justify;"> (İyi Bayramlar...)<img alt="" height="135" src="http://img03.blogcu.com/images/n/u/r/nurhayataltaca/3ee801760168488d6d42fd3e42b41fdd_1289889384.jpg" width="135" /></div><div style="text-align: justify;"> İnsanın hayat tarzı da bazen yenilikler ister ki bu yenilik bazen geçmişe dönüş şeklinde de olabilir. Geçmişten kastımız çok çeşitlidir; bunun içinde geleneksel değerler, yaşanmışlıklar, eski usul işler, bazen kullanılan dil olabilir. Bir evvelki yazımızda maziye avdet edip eski lisanı kullanmıştık ve bu zevke nail olup şimdilik bir kenara terk ettik.</div><div style="text-align: justify;"> Evde geçirdiğimiz kısacık vakitlerde örneğin kitap okumak, yazı yazmak, gitar çalmak gibi entel dantel işler dururken yemek, temizlik gibi işlere el atmak sıradan bir kadın sıfatı kazanacağız kaygısıyla biraz ayıp kaçardı kendimize. Fakat bu bayram dedik ya hayat tarzımız bir anda alışkanlıkların dışına çıkıverdi diye. Bayram temizliği bahanesiyle önce yaşam alanlarımızı işgal eden eşyalar battı gözümüze. Modası geçmiş süs eşyaları, şekli bozulmuş yapma çiçekler, ayakkabılar, daha neler neler.. Eski nişanlıdan kalma ve bizzat kendisinin yapmış olduğu, hasır sepetlere, kayıkların içine binbir özenle yerleştirilmiş kuru çiçeklerden başlandı işe. O buğday başaklarının üzerine oturtulmuş ve bir yuva hayalini anlatan küçük kuş yuvaları yerlerinden sökülüp çöp poşetini boylarken anlamını yitirmiş her eşyanın hayatımızda fazla yer işgal etmeden atılması gerektiğini anladık. Yoksa on yıllarca biriken bu eşyalar kıyıda biriken yüzlerce deniz kabuğu gibi değersizleşmektedir.</div><div style="text-align: justify;"> Sonra baktık ki evde baklava açılacak hamur hazırlanmış yoğrulmuş yardıma ihtiyaç var. Annemizi duygulandıran bir girişkenlikle merdaneyi elimize almamızla birlikte ortaya çıkan şaşkınlığımızı da hamurla birlikte ezdik merdanenin altında. Ne meşakkatli bir iş olduğunu anladığımızdan “elinin hamuruyla erkek işine karışma” lafı da bu deneyimle birlikte bizde hükmünü yitirmiş bulunmaktadır. Barfiks çekmekle eşdeğer kol kuvveti gerektirdiği konusunda kuşkunuz bulunmasın diyor, bu lafın ortaya çıkma nedeninin her iki işin tek bir kişinin hayatında bir araya gelmemesi olduğunu da tespitlerimiz arasına yerleştiriyoruz. Bilgisayarın başına oturup yazmaya başladığımızda cümleler nasıl peşpeşe sıralanıp ortaya bir yazı çıkıyorsa, merdaneyi yuvarlamaya başlamamızla birlikte mayışan hamurdan büyüyen yuvarlak yufkalar arasına serpiştirilen cevizlerle bir tepsiyi doldurduğumuzda bu konuda da yeteneğimizi keşfedip rahatlıyoruz. Hamur merdanemizin altında vermek istediğimiz şekle uyarken neler geçiyor hayallerimizde bilseniz.. Yemek yapmayı öğrenmeme inadımızdan vazgeçip, tarhana yapmayı, erişte kesmeyi, turşu kaymayı öğrenmek, bir gün bu hengâmeden kaçıp uzak bir yerlere yerleşirsek işe taş devrinden çıkıp yerleşik hayata yeni geçmiş biri gibi başlamamak düşünceleriyle tamamlıyoruz işimizi.</div><div style="text-align: justify;"> Taş devri değil de “bulut devri” mi deseydik yoksa? Betonların bulutların arasına yükselmesiyle ortaya çıkan soğuk bir bulut devri.. Zira “bulutlaya kaday uzanan evley vay” söylemiyle o ürkütücü soğukluğu çocuksu sıcaklığa dönüştürmeye çalışan reklam yaratıcılığı kaç kişiyi sarmalar bilemeyiz ama ortaokul yıllarımızdan beri bildiğimiz bir şey var ki; gökyüzüne doğru her yüz metrede bir sıcaklık bir derece azalmaktadır. Coğrafya bilimine göre de soğuk olan oralarda köksüz bağsız bahçeler pek de yerleşik bir düzen sayılmaz sanırız. Daha önce bir yazımızda da bahsetmiştik; ne kadar yükseğe çıkarsa insan gördükleri çoğalır ama küçülür. Az ama net mi, çok ama flu mu olsun gördükleriniz sizin tercihinizdir..</div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-39046531298220015112011-02-16T06:35:00.001-08:002011-02-16T06:35:09.271-08:00YAPRAK<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;"> <span style="font-size: 14px;">Bugünlerde size de oluyordur. Yolda yürürken bir yaprak kesiyordur önünüzü, ayaklarınıza kapanır gibi aniden düşüyordur yere. Biran düşünün derim ne anlatmak ister, son çırpınışı nedendir.. Anlattı bana dün gece bir sarı yaprak hikâyesini, farklı değildi bizimkinden anladım bir kez daha herkes bu doğanın misafiri.</span></div><div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;"> </div><div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;"> <span style="font-size: 14px;">Sekiz dokuz ay önce güneşle ağacın muaşakası neticesinde bir ağacın dallarından birinde tomurcuk olmuş, çatlamış, açılmış, saçılmış yaprak olmuş. Tutunduğu dalla bir kopmaz bağ var sanmış. Günler, haftalar ve sadece mevsimler geçmiş. Bir zaman ona hayat bahşeden güneş hayatını sarartmaya başlamış. Sağlam bir kökle dalına bağlıyken onunla dans eden, ıslıkla şarkı söyleten rüzgâr da şefkatini husumetle tebdil etmiş. Son günlerde niyeti koparmakmış bizim yaprağı tutunduğu daldan. Ve ben tam altından geçerken, rüzgâr bizim yaprakla son dansını ederken;</span></div><div class="MsoNormal"> <span style="font-size: 14px;">Bir sağa<br />
Bir sola<br />
Bir sağa<br />
Bir sola <br />
Savrula savrula <br />
Düştü ayaklarıma…</span></div><div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;"> <span style="font-size: 14px;">İşte dedim hayatın kısaca manası. Toprakta biter bütün canlıların muamması.</span></div><div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;"> <span style="font-size: 14px;">O zamana kadar ne yaşasan kâr. İçini doldurursan bir mevsim dahi uzunken, yüzyıl dahi kısadır boşlukta sallanırsan. İşte burada hayatın can alıcı noktası geldi takıldı kafama. Nedense insanlar yaşamlarını yalnız geçirmekten ihtiraz ederler de bir hayat arkadaşına malik olunca noksanlıkları paylaşıp azaltırken, mutlulukları çoğaltacaklarını zannederler. Oysa bu hülyaların hitama erdiği aile mahkemeleri duruşma salonlarında biraz vakit geçirince ne boş hayal olduğunu anlarsınız.</span></div><div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;"> <span style="font-size: 14px;">Boşananların kim bilir hangi coşkun duygularla başlamış olan muaşakalarının birbirinin yüzüne bakmayacak husumetine dönüşen yılları, hayatlarından bir ameliyatla kesilip atılacakmış gibi yatırılır bir pembe dosyanın arasına. En güzel kıyafetlerini giyer, en bakımlı halleriyle ve en umarsız yüz ifadesiyle otururlar karşı karşıya. İçlerinde kopan fırtınaları Allah bilir. Görüntüleri değişince insanların, harbe dönüşmüş bir muaşakada bir nebze üstünlük kazanacağını zanneder gibi bir imajla örtmeye çalışırlar azalmışlıklarını. Oysa yılan da deri değiştirir de yılanlığından bir şey yitirmez bilirsiniz.</span></div><div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;"> <span style="font-size: 14px;">Kadınlar önce saçlarından başlarlar değiştirmeye hayatlarını, erkekleri bilemiyorum.. Sanırım en kısa yoldan başka bir kadının kollarında ararlar teselliyi. İkinci adım ise durağan bir yaşam vesilesiyle birikmiş yağların eritilip ideal kiloya kavuşulmasıdır. Ve devamında diğer değişiklikler... Hayattaki bu hareketlilik bir başlarken muaşakaya husule gelir bir de hitama ererken. Ahkâm kesmiş gibi olmayalım ama bitmesi de bu yüzdendir o coşkun duyguların. Başladıktan sonra yenilikler, keşifler, değişiklikler hiç bitirilmemelidir. Zira muaşakayı canlı kılan sandığımız gibi bir mucize değil, her daim bilumum değişik karışımlarla beslenmesidir. Boşanma davasının duruşmasına gelirken giyilenler aslında önceden sergilenmelidir. Nüfus kâğıdının medeni hali hanesi değiştikten sonra gidilen kurslar bu kadar geciktirilmemelidir. O yetenekler, o yaratıcılıklar, o çabalar maşukundan esirgenmemelidir. Bilesiniz süslenip püslenip boşanma oturumuna gelmek dalından kopmuş sarı bir yaprağın rüzgârla son dansı gibi sadece acıma hissiyatı husule getirmektedir.</span></div><div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;"> <span style="font-size: 14px;"><i><span style="line-height: 115%;">(Babıâli yokuşunda, bir zamanlar çıkan ceridelerin tozlarını nüfuz ederek muhakemat müdürlüğüne gidip gelen ve önceden yazdığı boşanma yazılarıyla bana ilham veren kadim dostum Tugay Kurnaz’a. ) </span></i></span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-43973547330748107402011-02-16T06:34:00.001-08:002011-02-16T06:34:21.088-08:00DEVLET BİZE MEKTUP YAZSA....<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> Efendim Paris aşkın şehriymiş, romantizmin merkeziymiş, yok daha neler.. Şu dünyada bizim milletten alâ aşık mı var? Bulunur mu bizimkisinden başka aşk sarhoşu bir diyar.. Kısmetmiş bu yıl bir hafta Paris’te kadim bir dostumda günlük hayatın, modern sanatın tozunu dumanına katarak yaşama fırsatı buldum. Her gün sabah çıkıyoruz Paris sokaklarına, akşam giriyoruz. Yabancı bir ülkede olmanın verdiği merakla bütün gün bir gözlemci gibi dolaşıyorum tabi ben. Neyse sabah çıkarken sevgili dostum posta kutusuna bakıyor mektup var, akşam dönüyoruz posta kutusunda mektup var. Sağ olsun sevgili dostum oradaki günlük yaşamı, devletin işleyişini, toplumsal anlayışı her ayrıntıda bana açıklayarak bilgilendirmeye çalışıyor. Bu mektupların da her defasında nerden geldiğini, neden geldiğini anlatıyor. Biz Türkiye’den gitmiş iki şaşkın avukat yazışmanın yoğun olduğu bir sektörde olmamıza rağmen bize bile bu kadar tebligat, mektup gelmemesinin ezikliği içerisindeyiz.</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> Bir gün sendikadan mektup geliyor, akşamüstü işyerinden, ertesi gün sağlık kuruluşundan, vergi dairesinden, falan filan. Ha sakın korkutmasın sizi bu yazışmalar orda vergi dairesi vergi istemiyor sosyal adaleti sağlamak için zenginden aldığı vergiyi orta tabakaya ( fakir yok çünkü) veriyor. Haklarını korumak adına ve belki de vatandaşını düşündüğünü, ihmal etmediğini göstermek için sürekli yazışıyor. Devlet vatandaşına âşık anlayacağınız. Bugünlerde haber bültenleri Fransa’daki emeklilik yasası ile ilgili tepkileri veriyor. Tarihin en kalabalık eylemleri bütün Fransaya yayılmış. Diğer sektörlerde olduğu gibi posta hizmetlerinde de grev varmış. Bizde postaneler greve gitse kimsenin ruhu duymaz, mektup devri çoktan bitmiş. Devletten gelecek para cezası, vergi cezası, sigorta cezası, faturalar gibi yazışma ve tebligatların da durması pek mutlu kılar sanırım milletimizi. Bizim devletimiz “taşfırın” biraz da maço, sevgisini gösterse maazallah şımarırız ya göstermiyor. Ne olur ne olmaz bizim millete yüz vermeye gelmez. Milletimiz de; “devletim beni döver de sever de” mantıklı, bilinçli olarak cahil bırakılmış bir kadın. Bu yüzden birçok sosyal hakkımızın elimizden alındığı ve de mezarda emeklilik denilen sisteme geçildiği bir dönemde kimse gıkını çıkartmadı. Devlete karşı gelmek hoş karşılanmaz bizde, üstelik devlet ırzımıza da geçse. Ama diyelim ki "devletin içinde devlet" etnik veya dinsel temelli bir provokasyon yapsa saniyede toplanır mahallelimiz. Neyse canım abartmayalım belki o zaman da gündemde türban vardı. Anlayacağınız bu haliyle bile biz devletimizi çok severiz. Bir de Fransa’daki gibi her gün devletimiz bize mektup yazsa ….. <span> </span>hiç tereddüt etmeyiz.</div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-433532960449561762011-02-16T06:33:00.001-08:002011-02-16T06:33:39.193-08:00MUTSUZ MUSUN?( Utanılacak karelerden mutluluk dersi çıkaran kardeşlerime..)<br />
<br />
<div style="text-align: justify;"> Mutsuz musun? O halde oku, oku ki daha fazla mutsuz ol, mutsuz ol ki anla, anla ki mutluluğu mutsuzlukla kovalama.. Birkaç yıldır bir mail dolaşıyor sanal dünyada, benim de mail kutuma birkaç kez uğramıştır ki ilk tecrübemden sonra her defasında ilk karenin ardından kapatmak zorunda kalmışımdır çaresizliğimden. Anlayamamışımdır insanlar neden başkalarının mutsuzluklarını görünce mutlu olmaları gerektiğini anlarlar. Mutluluğun ölçütü başkalarının mutsuzluğu mu olmalıdır. Anlamadım kardeşlerim, utanılacak o fotoğraflara bakıp mutlu olmanız gerektiği sonucunu nasıl çıkarıyorsunuz?</div><div style="text-align: justify;"> Her karede kemik ve deriden ibaret Afrikalı kardeşlerim, gözlerinin çapağından sineklerin medet umduğu. Çırılçıplak, aç, susuz, yoksul. Mutsuz musun? Canın mı sıkılıyor? Okula gitmek istemiyor musun? gibi sorulara Afrikalı kardeşlerimin fotoğraflarıyla yanıt veren o mail utandırıyor beni. Sizi utandırmıyor mu kardeşlerim. Önce beyazların balık istifi gemilerle “medeniyet”e getirip köle yaptıkları, sonra topraklarına, kaynaklarına, madenlerine, emeklerine el koydukları, kabileleri türlü oyunlarla birbirilerine öldürttükleri siyah kardeşlerimin kaderi mi sandınız o görüntüleri? Sizin hiç suçunuz yok mu? Susmak da ortak olmaktı hani.. Yapmayın kardeşlerim sorgulamayı öğrenin şükretmeyi değil. Onlar bu kadar mutsuzken mutlu olabiliyorsanız size kardeşim diyemeyeceğim. Bir daha göndermeyin bana o maillerden kardeşlerim, utanıyorum, bakamıyorum, çaresizliğime yanıyorum..</div><em>“Kardeşlerim <br />
bakmayın sarı saçlı olduğuma <br />
ben Asyalıyım <br />
bakmayın mavi gözlü olduğuma <br />
ben Afrikalıyım…”</em> Nazım Hikmet, Moskovanurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-69969212552178673082011-02-16T06:32:00.002-08:002011-02-16T06:32:53.923-08:00VASİYET<em>Cesedimi yıka gerektiği gibi! <br />
Beni göğsüne bastır ve göğsünde tutarak <br />
beni toprağa göm.” </em><br />
Hitit Kralı Hattuşili ( M.Ö. 17.yy ) <br />
<br />
Kral Hattuşili böyle vasiyet ediyor torununa soyluların önünde. Göğsüne bastır diyor hiç tereddüt etmeden ve özenle vurgulayarak. Söylemese belki amadelerden biri kollarını vücudundan öteye uzatacak, kollarının üstünde taşıyacak kralın bedenini. Hattuşili, göğsüne bastır beni diyor. Öyle uzak, soğuk tutma bedenimi demek istiyor. Omzuna atma, kolunda taşıma, bir tahta üstünde unutma… Kalbinin olduğu yere bastır. İnsan en çok göğsüne bastırdığında hisseder sevdiğini, en çok kalbinin üstündeyken ruhuna yaklaşır. Al bir insanı karnına bastır, sırtında taşı mesela, aynı şey mi?<br />
Bu acıklı vasiyetten anlıyoruz ki kralların da sevgiye ihtiyacı var. Öldüğünde toprağa emanet edilmeden hayatında çatışmadığı tek kişiden sevgi dileniyor. Hayattayken isteyemediği şeyi vasiyet ediyor. Nasıl diyebilir ki yaşayan bir kral ‘beni göğsüne bastır’ diye. Demek ki ölüm her şeyi kolaylaştırıyor..nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-32952806648431001692011-02-16T06:32:00.000-08:002011-02-16T06:32:02.514-08:00YANITSIZ<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> “Kargaşa içerisinde bıçaklandığımı anlamadım, sonradan karnımda ıslaklık hissedince yaralandığımı fark ettim.” Duruşma salonlarında biz avukatların çok duyduğu bir ifadedir bu. Kargaşada, hayatın telaşesinde anlayamaz insan yaralandığını hemen. Biraz zaman geçtikten sonra anlarsınız hayatınızın orta yerine hançer saplandığını ve hayatınızın kan kaybettiğini. İlk şok da diyebiliriz belki. Ölümü sonradan anlamak gibi. En yakınlarınızdan birisi de öldüğünde anlamazsınız hemen ölümün ne demek olduğunu, biraz zaman ister idrak etmek. Bu yüzden hayatınızdan eksilen kanın sıcaklığını ve ıslaklığını anlamak için biraz soğumak gerekir. Veya yaşamınızdan yok olan birisinin mezarına bir zaman uğramanız, toprağına dokunmanız, taşını okumanız gerektir. Bu yüzdendir herhalde bilginlerin felsefesinde hayatı aceleye getirmemek. <span> </span><span> </span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> Bütün bunların olması için bir kışkırtmanızın olmasına da gerek yoktur üstelik. Haksız tahrik indiriminden yararlanma olanakları yoktur lakin, tanrı tarafından cezalandırılacakları konusu da şüphelidir. Ey insanoğlu! Tanrıya karşı da insanların haklarını savunacak insan hakları savunucularına ihtiyaç var. İnsanlar artık istemedikleri hayatları yaşamaya zorlanmamalıdırlar. Ve Cemal Süreyya’nın hitabıyla ‘Sayın Tanrı’! eğer ölümden sonra bir yaşam daha varsa muaf tutulma hakkı olmalı. İkinci bir yaşama katlanamayacaklar buna mecbur kılınmamalı. Mesela ben, ikinci bir yaşama hem de sonsuza kadar sürecekse katlanabileceğimi sanmıyorum. Zaten bu önerim için dünyada mutlu olan insan sayısının azlığı bir gösterge olarak ele alınabilir. Ben daha otuziki senelik nefes alışlarımda başkasının hayatına özenmeyen bir insana pek rastlamadım mesela. Evli bekara özenir, bekar evliye, köylü kentliye özenir, kentli köylüye, karşı cinsler birbirine, herkes diğerinin mesleğine, sürüp gider bu böylece.</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> Bütün bunları düşünürken radyodan ajanslar haber geçiyor; mevsimsel depresyonun yoğun olduğu bir dönemdeymişiz. Onyedi- yirmibeş yaş arası ve de kadınlarda yaygın olan depresyonun belirtileri, huzursuzluk, kendini değersiz hissetme hatta ölme isteğiymiş. Şimdi ölme isteği taşıyan bu insanlara yeni bir hayat vaat etmek anlamsız değil midir sizce de? Her neyse bu arada genç kuşağın ve kadınların vay haline. Şu bilim adamlarının da hayranım tespitlerine. Bütün olumsuzlukların nedenini hormonlara yükleyip çıkıveriyorlar işin içinden. Bizi hayvanlardan ayıran akıl, düşünme yetisi gibi özelliklerimizin hiçbir etkisi yok sanki yaşadıklarımızda. Yani biri durup dururken gelip hançerini saplamışsa hayatınıza ve siz üzgünseniz, anlamsızsanız bunun nedeni hormonlarınız. Yani ayın belirli dönemlerinde hormonları yüzünden tahammül eşiği düşen kadınların tahammüllerini zorlayanların bilimsel olarak bir suçu yok öyle mi?</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> Hayatın dolambaçlı yollarında ayrı mecralarda akarken zaman zaman kesiştiğiniz dostlarınız artık tek düze bir yol seçmişlerse ve aranızdaki küçük bir açı bile zaman uzadıkça aranızda büyük mesafelerin açılmasına neden olmuşsa üzülmeyin bunun nedeni hormonlarınız.</div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> Büyük oranda katıldığım bir görüşe göre aslında insanlar insanlığını bilse psikologlara gerek kalmayacaktır. Modern çağın getirdiği yabancılaşmayla birlikte arkadaşlık, dostluk kavramlarının anlamını yitirmesiyle para karşılığı dertlerinizi dinleyen psikologlara gitmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü bir yaştan sonra gerçekten dost edinmekte zorlanıyorsunuz. Nasıl zorlanmayasınız ki; o zamana kadar ölü ya da diri kaybettiğiniz arkadaşlarınız, dostlarınız, sevgilileriniz birer tümülüs oluşturuyor kalbinizde. Ve artık bu engebeli kalplerde yeni yerler açmak gittikçe zorlaşmaktadır. Bu arada bir haber daha; yerçekimi azaldıkça zaman daha yavaş akıyormuş. Neyse şükür ki henüz zamanı durduracak bir formül bulunmadığına göre mevsim de dönecektir. Mevsimle birlikte depresyon da çekip gidecektir. Ve dostlarımız tek düze akıştan sıkılıp dolambaçlı mecralarda yollarımızı kesiştirecektir.</div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-7615871447535739622011-02-16T06:27:00.001-08:002011-02-16T06:27:08.376-08:00DİLENCİYE PARA VEREMEYEN<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <span style="color: black; font-family: Calibri; font-size: small;">Uzun zamandır gitmemiş olduğu kapalı çarşıya doğru hızla yürürken alt geçidin merdivenlerinde yine bir dilenci gördü. Merdivenlere oturmuş, pantolonunun bir paçasını dizinin altına kadar kıvırmış, ayağının boğum boğum deforme olmuş şeklini sergiliyordu. Kahretsin yine aynı çelişkili duyguların saldırısına uğramıştı işte. Bir dilenci gördüğünde aklında saniyeler içinde zıt düşüncelerin savaşımını yaşıyordu. Bir yanı ‘dur ve cüzdanından biraz para çıkarıp ver’ derken diğer yanı ‘hayır duramam artık kaç adım geçtim bir daha geri dönemem ‘ gibisinden laflar ediyordu. İçinden bir ses dur derken, ayakları yürümeye devam ederken, sonra diğer ses artık çok geç dönmek ayıp olur derken çoğunlukla bu savaştan kaçan ayakları galip geliyordu. Bunun nedenini de her defasında sorguluyordu. Henüz dilenciye para verememesinin gerçek nedenini bulabilmiş değildi ama bir gün elbet bulacaktı.<span> </span>İç sorgulamalarında epey mesafe kaydetmişti zira yıllar içinde. Örneğin karşılaştığı dilenciye para vermenin dilenciyi küçük düşürücü bir davranış olduğunu bilinçaltında hissettiği olmuştu. Çünkü küçüklüğünden beri birisinin bir başkasına karşılıksız para vermesini küçük düşürücü bir davranış olarak görmüş ve bu yanlış anlayışla yetişmesinin zararlarını da taşımamış değildi. Küçükken ziyaretlerine gelen akrabalarının kendisine verdiği harçlıkları asla almazdı hatta kendisine hakaret kabul ederdi. Daha küçüklükten ağır bir yük olarak taşıdığı bu gururu ancak üniversite yıllarında gereksizliğini anlayarak törpülemeye başlamıştı. Sebep bu olamazdı herhalde.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <span style="color: black; font-family: Calibri; font-size: small;">Dilenciye para verememesinin iyi bir davranış olduğunu düşünerek bazen kendisini fazlasıyla rahatlatıyordu. Bir gün yolda yürürken karşısında gördüğü belediye tarafından asılmış afiş yüreğine su serpmişti. Daha çok, küçük çocukların çalıştırılmasını veya dilenci olarak kullanılmasını engellemeye yönelik bir afişti ve küçük çocuklara para verilmesinin veya sattıkları şeylerden alınmasının onlara zarar veren bir davranış olduğu manasına gelen bir slogandı afişteki. Ama bu düşünce vicdanını epey bir zaman idare etmişti. Her dilenci gördüğünde veya küçük masum gözlerle mendil uzatanları, onların iyiliği için para vermediğini düşünüp hızlı adımlar atan ayaklarının peşinden huzurlu bir şekilde yol alırdı. Merkezi yönetime de yerel yönetimlere de çok kızıyordu o afişleri gördükçe; bu sloganlar, bu çalışma tarzı, bataklığı kurutmak yerine sinek öldürmekti. Para verseniz de vermesiniz de onlar dilenmeye devam edecekti.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <span style="color: black; font-family: Calibri; font-size: small;">Bir zaman geldiğinde şöyle düşünmeye başlamıştı; dilenciye para vermek iyilik etmek değildir. Asıl iyilik insanların dilenmeyeceği bir dünya yaratmaktır ki kendisi daha adil bir dünya için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Dünyada herkese yetecek kadar kaynak varken paylaşımdaki adaletsizliğin yarattığı uçurumun sorumlusu da kendisi değildi ya. Hatta dinlenenlerin bizzat kendileri suçluydu bu konuda. Durumlarını kader sayıp kendilerini en çok fakirleştirenleri getiriyorlardı her defasında başlarına. Yok yok kendisini her defasında böyle suçlu hissetmesinin, vicdanını sızlatmasını gereği yoktu. Refah seviyesini yükseltecek sosyal ve ekonomik politikaların uygulanmasına çalışmak daha büyük iyilikti bunlar için. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <span style="color: black; font-family: Calibri; font-size: small;">Bazen de kendisini suçlu hissederdi onların fakirliğinden, hele ki karşısında muhtaç bir küçük kız görmesin. Utanırdı üstünden başından, yürüyüşünden, edasından. Ama diyalektik bir sonuç olarak zıt düşünceler hücuma geçerdi ‘nerden biliyorsun bütün bunların tembelliğe alışmışlığın ittiği bir numara olmadığını?’ diye sorar kendini yine haklı çıkarırdı. Bütün bunları tekrar düşünürken ve dilenciye para verememe tutukluğunun asıl nedeni hala bulamamışken kapalı çarşıdaki tanıdığı kuyumcuya varmış olduğunu fark etti. Doğada bir şekilde var olan ve insanların az olduğu için değerli kabul ettiği bir maden parçasına karşılık yine süslü püslü, resimli filigranlı ve üzerinde renklerine göre bir değer yazılmış kağıt parçasını vererek, arkadaşına nikah hediyesi aldı. Çıktığında neden dilencilere para veremediğini anladı. </span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-61632357061032811382011-02-16T06:26:00.001-08:002011-02-16T06:26:22.050-08:00TEK KULLANIMLIK<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <i><span style="font-size: small;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Calibri;">(Babadan kızına)</span></span></span></i></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <i><span style="font-size: small;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Calibri;">Mola yerlerinde rastlıyorum bu ara, tuvaletlerde tek kullanımlık diş fırçası, macunu, tek kullanımlık bilumum malzemeler, hepsi bir madeni paraya makineler tarafından sunuluyor. Her şey güzel de be kızım hayat tek kullanımlık bir hale geldi sanki. Tek kullanımlık havlu, tek kullanımlık mendil, tek kullanımlık arkadaş, tek kullanımlık sevgili… Oysa eskiden bizim bez mendillerimiz vardı her derde deva, güneşten korurdu, terimizi silerdik, yaramızı bağlardık. Havlularımızı işlerdi kadınlarımız, bir kullanımda çöpe atılmayan havlular. Şimdi hiç bir şeyi sahiplenmiyorsunuz kızım, hiç bir şey size ait değil ya da siz hiçbir şeye ait değilsiniz. Her şeye fazlasıyla sahipsiniz ama aslında hiçbir şeye sahip değilsiniz. Kapitalizmin size dayattığı şey fabrika ile çöplük arasında aracılık hizmeti vermektir. Bak şimdi bayram da geliyor. Hiçbir heyecanınız yok lakin her giyeceğin türlü türlüsü var. Oysa bizim eşyalarımızla bağımız olurdu. Aldığımız yeni kıyafetleri sabah gözümüzü açınca görebileceğimiz bir yere koyar onunla sevgi bağı kurardık. Ah kızım her şeyiniz var ama hiçbir şeyiniz mutluluk vermiyor size. Oysa biz bir çift ayakkabının heyecanını bir sene yaşardık. Şimdi model model, rengarenk ayakkabılarınız var ama size ait değil sanki, demode diyorsunuz çoğuna, aşağılıyorsunuz daha bir mevsim bile geçmeden.. Sizin hiç bir şeyiniz yok ki kızım sahip olduklarınızla yok hiçbir bağınız. Bütün ilişkileriniz yüzeysel. Derinlikten korkuyorsunuz kızım, korkularınızdan kaçıyorsunuz.. </span></span></span></i></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;"> <i><span style="font-size: small;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Calibri;">Gözle gönül arasındaki mesafe tek kullanım uzaklığında, dedim ya madeni bir paraya her şey avucunuzun altında. Doya doya yaşamak bu değil kızım, olsa olsa doymadan eksik yaşamaktır bu. Haa öğütlerimi de yaz bir kenara, tek kullanımlık olmasın arada bir hatırla.. Bizim kırk yılda yaşadıklarımızı siz kırk günde tüketiyorsunuz a kızım anlamadan, doyamadan, hissetmeden, içselleştirmeden. Tükettikçe tükeniyorsunuz. Eşyalarınızla anılarınız yok, yok oğlu yok. Her şeyiniz var zannediyorsunuz, şekil şemal güzel, görüntü malum, olmadı estetik yaptırırsınız. Ya ruh estetisyeniniz var mı a kızım?. Ya özünüzü güzelleştirecek şeyler satabilir mi tüketim pompacıları. Kendinizi bile aramıyorsunuz a kızım, size dayatılanı siz zannediyorsunuz. </span></span></span></i></div><i><span style="font-size: small;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Calibri;">Öznesi yok duygularınızın, yüklemi yok. ‘Sevmek’ten bahsediyorsunuz mesela ama ‘seni seviyorum’ demiyorsunuz. Zaman ne özne bıraktı size ne de yüklemlenmek geliyor içinizden. Ağırlığını taşıyamıyorsunuz yüklenmenin. Bir kere kullanıp atalım istiyorsunuz her şeyi.. Diyeceksin ki belki, hayat da tek kullanımlık değil mi? Zamanı geldiğinde bir çöplüğe gitmese dahi toprak altında çürümeyecek mi?<span> </span>Tek kullanımlık olup olmamak senin elinde be kızım, unutulup gitmek ya da tek kullanımda bitmeyen bir iz bırakmak.. </span></span></span></i>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-72525012649729383472011-02-16T06:25:00.001-08:002011-02-16T06:25:39.361-08:00DOYMAK<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> <span style="color: black; font-family: Calibri; font-size: small;">Benim de genetiğimi değiştirip tadımı bozarlarsa anlarsınız değerimi diye düşündü incir. Hem onbir ay bekliyorsunuz yemek için meyvemden hem ben size baldan tatlı meyveler sununca doyuyorsunuz hemen. Oysa eskiler böyle miydi? Şu insanlar çok nankör olmaya başladılar. Ben sizin ilk atalarınızı bilirim tek bir meyvemi bile boşa harcatmazlardı. Kollarının gücüne çok önem verirlerdi ve ben onlara bol bol sunardım bu gücü. Meyvemin sapından süt, ucundan bal damlatırdım. Muhtemeldir ki ballı sütü de benden öğrendi insanoğlu. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> <span style="color: black; font-family: Calibri; font-size: small;">Elma gibi günahlara da itmedim insanoğlunu, üstelik yaprağımla Havva Ananızın mahrem yerini örterdim. Ki düşünün hepiniz Havva Ana’nın o mahrem yerine borçlusunuz hayatınızı. Yine de bilemiyorsunuz ya kadrimi… Onbir ay hazırlık yapıyorum. Meyvemin kabuğundan, içindeki çekirdeğine kadar en lezzetli halini sunmaya adıyorum kendimi, başka da şu dünyada ne işim var ki.. Geldi mi yılın en sıcak ayı terleye terleye olgunlaştırıyorum meyvelerimi. Oysa siz üç beş tane yiyince kesiliveriyorsunuz. Tatlı olmak da suç, bu kadar yoğun tadı sunmak da. Ben de mi kabahat yoksa siz mi kadir bilmezsiniz. Bitince meyvelerim onbir ay özlersiniz. Lezzet dolu çekirdeklerimi küçümseyen deyimler yaratmışsınız bir de yetmezmiş gibi. Sanki büyük olan, şatafatlı olan her şey güzelmiş de küçülünce nesneler değersizleşirmiş. İncir çekirdeğini doldurmayan şeylerde önemli ve değerli olabilir bilesiniz.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> <span style="color: black; font-family: Calibri; font-size: small;">Merak ederim benden başkasına da böyle misiniz? Cömertlik değersizleştirir mi tadları, anlamları? Hadi ben her sene usanmadan sunarım size meyvelerimi de başkaları öyle mi.. Bazen hayat bir kere sunar fırsatları kıymetini bilemezseniz çeker gider. Yok yok böyle olmayanlar da var bilirim. Zeus’un oğlu vardı mesela Herakles benimle beslenirdi. Bütün düşmanlarını benimle yenerdi. <span> </span>Hala var böyle kahramanlarınız. Ki ben onları görünce bakışlarından anlarım bana olan sevgilerindeki cömertliklerini. Dallarımı eğmek isterim, güneşe en yakın meyvelerimden vermek için. Ne yazık ki az kaldı insanların değer bileni… </span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-5623489124194003762011-02-16T06:24:00.003-08:002011-02-16T06:24:58.441-08:00Selam Olsun İda Dağlarına<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"> <span style="font-size: small;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="color: black;">Yoktu farkı binlerce yıl öncesinin efsanelerinden. Yazılası gerekti sadece yaşadıklarımızın, ya da “insan yiyen taş”a kazılası… Aldığımız nefesin, yürüdüğümüz toprakların yoktu farkı binlerce yıl öncesinden. Yanı başımda kahraman Herakles; yılanları boğan, canavarları öldüren. Hava aynı, güneş aynı, deniz aynı. Aristo’ya felsefe yaptıran her şey yerli yerinde.. Görürde insan bu kadar büyülü atmosferi, yaşamı sorgulamadan durabilir mi? O zamandan beri sırrını çözemediği hayat insanoğlunun, aynı kısırdöngüdeydi. Daha önce kaç milyon kişinin yaşadığı duygular, sarf ettiği sözler dönüp dolaşıp duruyordu üzerimizde. Havada asılıydı aşk, hayranlık, inanılmazlık. Koklanası gerekti sadece, derin derin içine çekilesi İda Dağlarının cömertliği.. Yanımda kahraman Herakles.. Çocuklar gibi coşmuş, özgürlüğün tadını çıkaran fırtına, ruhuma Aristo’nun sözlerini kaçırmış sanki; </span><b><span style="color: black;">“</span><span style="color: #3e3e3e;">Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek. Sevmek zevktir ama yanlız sevilmenin hiçbir zevki yoktur.” </span></b><span style="color: #3e3e3e;">Acı çekmek ya da ölmek, yaşamın dayattığı ikilem. Ancak acılara dayanamayanlar ölebilir. Ve bütün özgürlükler ve de mutluluklar acı çekilerek elde edilebilir. Yıllarca dalgalar nasıl yontmuşsa ayağımızın altındaki taşları, nasıl alıp götürmüşse zaman sivri uçları, bizden de götürecek bazı parçaları. O halde karşı koyamadığın zamana uymalı, acı çekmeli, özgürleşmeli, eksilmeli, artmalı. O halde şimdi sevmek zamanı… <span> </span><span> </span></span></span></span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-6089082554046790402011-02-16T06:24:00.001-08:002011-02-16T06:24:12.114-08:00MUDANYADALGALANMALAR<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: medium;"><span style="font-family: Times New Roman;">Yaş ilerleyince hayata dair keşiflerimiz azalsa da bazen kendimizi bile şaşırtacak şeyler keşfetmeye devam ediyoruz ve ölene kadar da edeceğiz. Keşiflerimiz azaldıkça monotonluğumuz artmış demektir. İşte o zaman hemen bir acil müdahale paketi hazırlayıp yürürlüğe koymakta fayda vardır. Tabi sıradan bir yaşam sürüp tahtaboşun yollarını gözlemeyi tercih etmiyorsak. Geçen gün sabah uyandığımda da hayatımın sıradanlaştığını farkettim biraz, ve ürkerek kalkıp, kahvaltı vs. gibi günlük ihtiyaçlarımı hallettikten sonra uzun süredir uzaktan gözlediğim yaşam alanlarımın içine dalmaya karar verdim. Bu kararımda baharı andıran meteorolojik durumun da etkisi olmuş olabilir. Spor kıyafetlerimi giyip sahilde yürümek için çıktığımda evimizin önündeki zeytinlikten gelen bülbül sesleri uyandırdı önce biraz beni, bir burukluk hissettim onlar adına. Kaç yıl olmuştu artık şarkılara adları girmeyeli ki buna rağmen hayata küsmemiş inadına ötmeye devam etmişlerdi. Gelişen çağdan, teknolojiden, konfordan bir kez daha nefret ettim bülbüllerin şakımasını duyunca, çünkü odamın penceresine bilmemnepen yapıldığından beri pencereyi açmadan duymaz oldum bu sesleri. Sahile çok yakın ve paralel bir şekilde yürüdüğüm halde denizi yakından görmek için biraz yol almam gerekti, çünkü aklı evveller sahil yapılması gereken bir alana bir lastik fabrikası bir de benzin deposu kurmuşlar sayın yetkililerin de izniyle tabi. Şu insanlar paradan başka bir şey düşünmezler mi? Sahile Mudanya’dan ilk giriş noktası olan ve babamın da cenaze namazının kılındığı caminin yanından dönerken yine gözüme yıllardır kapalı bulunan fakat inatla duvarındaki gotik karakterli disko yazısı bulunan mekan çarptı. Her defasında baktığımda aynı şeyi düşünürüm neden yazısını kaldırmadıklarını? Neyse önemli bir ayrıntı değil ama yarımadaya uzaktan da olsa bir göz atmakta fayda var sanırım deyip ilerlerken bir yandan denize bakıp, bir yandan derin derin nefes alıp yürürken diğer yandan da insanları süzmek alışkanlığım var. İnsan aynı yerlerden geçerken hep aynı hareketleri mi yapıyor acaba? Bir zamanların tren istasyonu olduğu önündeki tabeladan ve mimarisinden anlaşılan restaurant niyeyse istasyon nostaljisini yaşatmıyor bana. Oysa üniversite öğrencisiyken severdim trenleri, istasyonları, beklemeyi, bekletmeyi ve de karlı havalarda Anadolu Ekspresi içinde terlemeyi. Birden özlediğimi farkettim, özlemeyi özlemişim. Ne zamandır özlediğim bir şey, bir kimse olmamıştı. Her şey o kadar elimizin altında, o kadar yakın (aslında o kadar uzak, aslında o kadar sanal) ki özlemeye bile vaktimiz olmuyor, özlemeyi özledim.. Neyse iskeleye varmışım birden popülasyon arttı. Her yaştan çiftler elele tutuşmuş yürüyorlar, sahiller insanlarda elele tutuşma dürtüsü yaratıyor galiba. Ama bunlardan kaçı Pavlov’un köpeği gibi şartlanmış kaçı gerçekten sevgilinin sıcaklığını hissederek yanındaki eli tutuyor bilemezdim. Bildiğim tek şey ise bugün elele olan insanların yarın iki yabancı gibi olabileceğiydi hem de hiçbir neden yokken, birbirilerinin yüzüne bile bakmayabilecek kadar yabancı.. Hem bu yabancılaşma bir yönetim sisteminin teorisyenlerinin belirttiği cinsten değil, bir mekanikleşme anlamında hiç değil, içinde yakıcı yakınlığı hissettiğin halde dışına yansıtmama zorunluluğu hissetmekti bir tür. Yani alevler içindeyken dışardan bir buzdan heykel gibi görünmek zorunda kalarak yabancılaşma.. Üniversitedeyken bir gün ev arkadaşımın odasına girdiğimde elinde bir fotoğrafla ağlarken buldum kendisini. Fotoğrafta kısa bir süre önce ayrılmış olduğu sevgilisi bir koltuğa oturmuş, arkadaşımda ona arkasından sarılmıştı. Arkadaşım nasıl da büyük bir aşk yaşadıklarını, oysa şimdi O’nun bir başkasıyla birlikte olduğunu anlatıyordu, belki de kendisine göre öyleydi ama fotoğrafa bakan herkes ikisinin de gözlerinin parlamasından ve o ışığın flaş gibi yüzlerini aydınlatmasından anlardı ne tutkulu bir aşk yaşadıklarını. O zaman içimden “yaşanan zamanların yok sayılmasından daha acı ne olabilir” diye geçirmiştim. Yaşadığın anların sen yaşarken toprağa gömülmesi, ne yaşamın bir parçası ne de ölümün bir parçası olamaması nedeniyle duyulan o büyük boşluk nasıl doldurulabilir. İki kişilik işlenmiş zamanların bir kişi tarafından sökülüp yok sayılması diğerinde delilik şüphesi yaratmaz mı, yaşadıklarını kendisine ispatlama ihtiyacı duymaz mı? Sahi ben hiçbir sahilde elele dolaşmış mıydım diye düşünmeden edemedim tabi ve sanırım Gemlik sahili tek şahidimdir bu konuda. Ha bir de küçük elleri büyük ellerin içinde kaybolan çocuklar var. Fikrimce dünyaya bir iz bırakmak için bir şeyler üretme konusunda yeteneksiz olan insanlar yattıkları yerden hesapsızca insan üretiyorlar. <span style="font-family: 'Times New Roman'; font-size: 12pt;">Aynı zamanda ben üremenin ilahi adaletin bazen yerini bulması için gereklilik olduğuna da inanırım. Kötülük yapan insanlar bazen bunların bedelini ödeyecek nesnel koşullara sahip değildirler ve bu durumda onların parçası olan çocukları aracılığıyla bedel ödediklerini düşünürüm. Herkes yaşattığını yaşamazsa bu dünyada iyi kalmanın bir anlamı olmaz.</span>Şair dostum Tugay bir yazısında “<span style="color: #695847;">insanların yaşının olmadığını, esas olarak beş-altı dönemi olduğunu”</span></span><span style="color: #695847; font-family: Batang;"><span> </span>ve insanların ömürlerinin çağlara ayrılması gerektiğini </span><span style="font-family: Times New Roman;">söylemişti. Evet ayırsınlar insanların ömrünü çağlara, yaşların ne önemi var. İşte bu durumda ben “insanlara olan güvenimi kaybettiğim çağdayım” derdim herhalde. Bu çağ, yıllar boyunca yiyilen kazıkların birikmesi ile insanın içinde oluşan taşlaşma sonucu meydana gelip en belirgin özelliği ise henüz avlanmayı ve kazık atmayı öğrenememiş olan insanın kendini yiyerek hayatını sürdürmeye çalışmasıdır.</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="font-size: medium;"><span> </span>Günahım, vebalim senin boynunda</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="font-size: medium;"><span> </span>Elleri toprak görmüş anam</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="font-size: medium;"><span> </span>Öyle temiz büyütmüşsün ki koynunda</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Kötülük nedir öğretmeden</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Yabana uçurmuşsun</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Düşünmedin mi hiç kanadımın kırılacağını</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Bir sapan taşıyla vurulacağımı</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Her uzanan ele konacağımı</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Güneşe aldanıp ayazda donacağımı</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Elleri toprak, gözleri şafak görmüş anam</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Öğütler fısıldasaydın kulağıma</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;"> </span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Sanırım fazla daldım bu meseleye derken şu orta yaşlı kadınlar takılıyor hep gözüme, hani başlarına örtü bağlayan, uzun etekler ya da pantolon giyen kadınlar, hepimiz biliriz bunlar 30 yıl önce mini etek giyerlerdi ve hepsinin böyle siyah-beyaz fotoğrafları vardır. Ve hiçbiri de bu yüzden ne tacize uğramıştır, ne tecavüze, hatta utangaçtır o zaman insanlar, bütün o açıklığa rağmen tutukturlar bu yüzden hep aşkların başlangıcı yavaştır, heyecanlıdır duyduğumuza göre..<span> </span>Peki ne oldu da bu kadar daraldı vücudunun görünen yüzölçümleri? Bu kadar kapanınca kadınlar neden arttı erkeklerin dürtüleri? Erkekler mi kötü oldu gün geçtikçe kadınlar mı kötü düşünmeye başladı sahi? Neyse her defasında Aristo’yu doğrulamasam olmaz sanki, insanları hayvanlardan ayıran tek şey sanki siyaset mi ki? Korsan’da tanıdık birileri var mıdır diye göz atıp geçtiğimde Deniz Feneri’nde bir çay içmeyi düşünüp, kalabalık olduğunu düşünerek vazgeçtim zira hareket eden bir kalabalıkta bulunmak durağan bir kalabalık içinde bulunmaktan iyidir benim için. Halitpaşa Mahallesi bence Mudanya’nın en güzel yeri. Denize dikey ve paralel olarak düzenli bir şekilde dizilmiş Rum evlerinin herbiri denizi görür, arka sıralarda dahi olsa denize uzaklık sadece bir kafa uzatım mesafesidir. Bu evlere bakmak insanda hiç sıkılma duygusu uyandırmaz, her baktığınızda ayrı bir güzellik görürsünüz. Aklıma hayatım boyunca muhatap olduğum tek Rum kadın geldi. Lise sondaydık, okul artık tatil olacaktı ve birkaç arkadaş Heybeliada’ya gitmiştik. Adada gezinirken bastıran yağmurla donumuza kadar ıslandığımızda (bu ne bir deyim ne bir abartıdır) iskeleye gidip vapur beklemiştik. Ben o günden beri bu kadar hırçın aynı zamanda coşkulu ve delidolu yağmur görmedim. O sırada yanımıza bir Rum kadın geldi. Şiveli konuşması ile çok ıslanmış olduğumuzu ve bu şekilde hastalanacağımızı belirterek, evinde torunlarına ait kıyafetler olduğunu bunları bize vereceğini söyledi, biz ise önce tereddüt edip daha sonra kadının ısrar etmesi üzerine takıldık peşine. Rum evlerinden birine girip merdivenden çıkarken biz teşekkürlerimizi sıralamaya başlamıştık, oysa O hiç üzerine alınmadan sağ elinin işaret parmağını gökyüzüne doğru kaldırıp işaret ederek “Bana değil O’na tesekkur edin” diyordu. İşte o zaman anlamış olmalıyım ibadetin şeklinin önemli olmadığını. Rum kadının Tanrı’nın varlığına olan inancı o kadar güçlüydü ki, kendi iyiliğini bile O’nun bir lütfu olarak görüyordu. Bu yüzden din konusunda şekilcilikten yana değilimdir. Mesela ben her sabah kalktığımda genellikle hava güzelse balkona çıkarak, değilse camdan önce sağa sonra sola bakarım bir denizi bir ormanı görürüm ve bu güzellikler içinde Tanrıyı hatırlarım, varlığı somutlaşır benim için doğanın her ayrıntısında, hayranlığım artar, bu benim için bir ibadet gibidir... Hava kararırken mevsimin kış olduğunu anladım gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı hala yüksekti ve üşümeye başlamıştım. Eve geri dönerken iskeledeki yük gemisinin yakamoz yapan ışıkları değildi beni etkileyen meydandaki şehitler anıtıydı. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="font-size: medium;"><span> </span>Bir yanda Şükrü Çavuş</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="font-size: medium;"><span> </span>Diğer yanda Kürt Mehmet</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="font-size: medium;"><span> </span>Biri İngiliz’e sıkmış ilk kurşunu</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="font-size: medium;"><span> </span>Diğeri bir İngiliz kurşunuyla vurulmuş</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="font-size: medium;"><span> </span>Yatar yan yana Şükrü Çavuşla Kürt Mehmet</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman;"><span style="font-size: medium;"><span> </span>Başka söze ne hacet..</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;"> </span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman; font-size: medium;">Hava da iyice soğudu... Eve gitme vaktidir. Yıldızları pencerede fazla bekletmemek gerekir.. </span></div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1176743642805722902.post-69155645057169727552011-02-16T06:23:00.001-08:002011-02-16T06:23:17.863-08:00SONBAHARDA ABANT<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: medium;">Abant’a doğru yola çıktığımızda “Eyvah! Hafta sonu tatilimiz mahvolacak!” Diye geçiriyordu herkes içinden yağmura yakalanınca ama kimse bu kaygısını dile getirerek şom ağızlılık etmek istemiyordu. Oysa her birimiz birer renk olup aktık doğanın en güzel tablolarının içine iki günlük gezimizde. İlk şaşkınlığımızı otelin önüne otobüsümüz yanaşırken yöresel kıyafetler içinde bizi karşılayan oyun ve çalgı ekibini görünce yaşadık. Otobüsten kahkahalarla indiğimizde hava kararmaya, renklerimiz canlanmaya başlamıştı. Otel çalışanları bize müşteri değil misafir gibi davranıyorlardı. Şömine başında oturup bağlama eşliğinde diyar diyar dolaşıp türkülerimizi söylerken közün içine atılmış patatesleri bize dağıtıp yanına da keş peyniri getiren otel görevlisi bizden daha mutluydu misafirlerini iyi ağırlamanın verdiği gururla. Sabah olup da uyandığımızda ne görelim? Yeşiller birbirileriyle yarışıyorlar, sarılar en güzel ton benimki diye bağırıyorlar otelimizin çevresinde. Erkenden yola çıkmak gerekti zira gezilecek çok yer vardı. Yolun her iki kenarında dizili ağaçlar dallarını uzatıp elele tutuşmuş ve bir köprü kurmuşlar biz de altından geçip duruyoruz. Güneşte bizi bekliyormuş gibi, önceden hazırlık yapmış sanki, sıcaklığının en iyisini sundu bize. Abant’a varmak üzereyken başı dumanlı mı desem, duvaklı mı desem, dağlar gölü olduğu gibi bizi de kucakladılar. <span> </span>Göl etrafında içimize derin derin oksijen çekerek yürüyüş yaptıktan sonra acıktık tabi. Bölgede yöresel yemekler yapan otantik restaurantlardan birinde karnımızı doyurduktan sonra Sünnet Gölü’ne doğru yol aldık. Heyelan çukurundan oluşmuş olan bu gölün de tıpkı Abant gibi kurak geçen bir mevsimin azizliğine uğrayıp sularının çekilmiş olması bizi üzdü tabi. Bizi gezdiren İbrahim Amca’nın anlattığına göre bu gölün etrafındaki dağlardan birinde meydana gelen<span> </span>heyelan neticesinde büyük bir toprak parçası kopmuş ve bu olay da dağın<span> </span>sünnet olduğu şeklinde betimlenerek bu göle de adını vermiştir. Mudurnu’nun tarihi yapıları, beyaz badanalı, kahverengi ahşap pencereli, yamaçlarda ardı ardına sıralanmış evleri bizi zamanda yolculuğa çıkarırken, pazardan keş peyniri, tarhana gibi yörenin kendine özgü yiyeceklerinde de almayı ihmal etmedik. En önemli tarihi yapısı sanırım Türkiye’nin sayılı sütunsuz kubbesine sahip olan camilerinden biri olan Yıldırım Bayezid Camii’dir. İnsanların sıcaklığı, samimiyeti bir kez daha sorgulattı bize yaşadığımız ilişkileri, yabancılaşmayı. Herkesin ortak düşüncesi zamanın bu küçük ilçede durmuş olduğuydu. Yüzyıl önce nasıldıysa yaşam bugün de aynıydı sanki. Bütün gün gezip dolaşıp arınıp gevşedikten sonra otelimize döndük. Ertesi gün otelden ayrılırken ziyaret ettiğimiz bir akrabamızdan ayrılır gibiydik. Bu arada nerdeyse adım başı ayva ağacı bulunduğu için yol arkadaşlarıma dağıtmak üzere kucağıma topladığım ayvalarla onlara doğru giderken “göz hakkı” olayını abartmış olduğum yorumları da yapılmadı değil. Çubuk Gölü’nü de görmek boynumuzun borcuydu elbette ve o günkü gezimizi de öğlene kadar tamamlayıp Bursa’ya geri dönecektik. Tüh! Tam da tatil havasına girmeye başlamıştık, yine sıcaklığını bizden esirgemeyen güneşin de katkılarıyla. Ve yine heyelan neticesinde oluşmuş vadi içinde bir göl, gölün etrafında yel değirmenleri. Ben yel değirmenlerini sadece Don Kişot’tan biliyordum, ilk defa yakından gördüğümüz değirmenlerin içinde, dışında, balkonunda, etrafında bol bol fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik tahmin edeceğiniz gibi. Gölün etrafındaki ağaçlar gölde yansıyan güzelliklerini seyrederken biz de onları seyrettik bir süre. Ve son durağımız Göynük.. Bir vadinin yamaçlarına sıralanmış o beyaz evler yine sadeliğin, samimiyetin sıcaklığın simgesi olarak duruyorlar. Fakat asıl simgesi Göynük’ün Zafer Kulesi’dir. İlçenin her yerinden görülebilen bir tepeye 1922 yılında Cumhuriyet döneminin ilk kaymakamı Hurşit Bey tarafından Sakarya savaşı başarısından sonra inşa ettirilmiştir. Bütün ilçeyi ayaklarınızın altında görmek istiyorsanız biraz yokuş tırmanıp, nefes nefese kalmayı göze alacaksınız. Ama dert etmek gerekmiyor inerken zaten kapı önünde komşularıyla oturmuş kadınlar yorgunluk çayı içmeye davet ediyorlar. Burada da tarihi yapılar, restorasyonla ilk güzelliklerini korumaya devam ediyorlar. Dönüş vakti geldi artık. Son kez tarhana çorbası içmeden ayrıldık sanmayın. Dönüş yolculuğumuzu da başkanımız Asude Hanım’ın kelime oyunu şenlendirirken kazanmak değildi önemli olan. Kazanan tarafta olmadığım için söylemiyorum bunu! Hepimiz ömrümüzde iki günlük bir “zaman” kazandık.<span> </span>Hayatta geri getirilemeyecek olan tek şey zaman.</span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify;"><br />
</div>nurhayat altacahttp://www.blogger.com/profile/12927831864800902514noreply@blogger.com0