16 Şubat 2011 Çarşamba

YANITSIZ

“Kargaşa içerisinde bıçaklandığımı anlamadım, sonradan karnımda ıslaklık hissedince yaralandığımı fark ettim.” Duruşma salonlarında biz avukatların çok duyduğu bir ifadedir bu. Kargaşada, hayatın telaşesinde anlayamaz insan yaralandığını hemen. Biraz zaman geçtikten sonra anlarsınız hayatınızın orta yerine hançer saplandığını ve hayatınızın kan kaybettiğini. İlk şok da diyebiliriz belki. Ölümü sonradan anlamak gibi. En yakınlarınızdan birisi de öldüğünde anlamazsınız hemen ölümün ne demek olduğunu, biraz zaman ister idrak etmek. Bu yüzden hayatınızdan eksilen kanın sıcaklığını ve ıslaklığını anlamak için biraz soğumak gerekir. Veya yaşamınızdan yok olan birisinin mezarına bir zaman uğramanız, toprağına dokunmanız, taşını okumanız gerektir. Bu yüzdendir herhalde bilginlerin felsefesinde hayatı aceleye getirmemek.     
Bütün bunların olması için bir kışkırtmanızın olmasına da gerek yoktur üstelik. Haksız tahrik indiriminden yararlanma olanakları yoktur lakin, tanrı tarafından cezalandırılacakları konusu da şüphelidir. Ey insanoğlu! Tanrıya karşı da insanların haklarını savunacak insan hakları savunucularına ihtiyaç var. İnsanlar artık istemedikleri hayatları yaşamaya zorlanmamalıdırlar. Ve Cemal Süreyya’nın hitabıyla ‘Sayın Tanrı’! eğer ölümden sonra bir yaşam daha varsa muaf tutulma hakkı olmalı. İkinci bir yaşama katlanamayacaklar buna mecbur kılınmamalı. Mesela ben, ikinci bir yaşama hem de sonsuza kadar sürecekse katlanabileceğimi sanmıyorum. Zaten bu önerim için dünyada mutlu olan insan sayısının azlığı bir gösterge olarak ele alınabilir. Ben daha otuziki senelik nefes alışlarımda başkasının hayatına özenmeyen bir insana pek rastlamadım mesela. Evli bekara özenir, bekar evliye, köylü kentliye özenir, kentli köylüye, karşı cinsler birbirine, herkes diğerinin mesleğine, sürüp gider bu böylece.
Bütün bunları düşünürken radyodan ajanslar haber geçiyor; mevsimsel depresyonun yoğun olduğu bir dönemdeymişiz. Onyedi- yirmibeş yaş arası ve de kadınlarda yaygın olan depresyonun belirtileri, huzursuzluk, kendini değersiz hissetme hatta ölme isteğiymiş. Şimdi ölme isteği taşıyan bu insanlara yeni bir hayat vaat etmek anlamsız değil midir sizce de? Her neyse bu arada genç kuşağın ve kadınların vay haline. Şu bilim adamlarının da hayranım tespitlerine. Bütün olumsuzlukların nedenini hormonlara yükleyip çıkıveriyorlar işin içinden. Bizi hayvanlardan ayıran akıl, düşünme yetisi gibi özelliklerimizin hiçbir etkisi yok sanki yaşadıklarımızda. Yani biri durup dururken gelip hançerini saplamışsa hayatınıza ve siz üzgünseniz, anlamsızsanız bunun nedeni hormonlarınız. Yani ayın belirli dönemlerinde hormonları yüzünden tahammül eşiği düşen kadınların tahammüllerini zorlayanların bilimsel olarak bir suçu yok öyle mi?
Hayatın dolambaçlı yollarında ayrı mecralarda akarken zaman zaman kesiştiğiniz dostlarınız artık tek düze bir yol seçmişlerse ve aranızdaki küçük bir açı bile zaman uzadıkça aranızda büyük mesafelerin açılmasına neden olmuşsa üzülmeyin bunun nedeni hormonlarınız.
Büyük oranda katıldığım bir görüşe göre aslında insanlar insanlığını bilse psikologlara gerek kalmayacaktır. Modern çağın getirdiği yabancılaşmayla birlikte arkadaşlık, dostluk kavramlarının anlamını yitirmesiyle para karşılığı dertlerinizi dinleyen psikologlara gitmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü bir yaştan sonra gerçekten dost edinmekte zorlanıyorsunuz. Nasıl zorlanmayasınız ki; o zamana kadar ölü ya da diri kaybettiğiniz arkadaşlarınız, dostlarınız, sevgilileriniz birer tümülüs oluşturuyor kalbinizde. Ve artık bu engebeli kalplerde yeni yerler açmak gittikçe zorlaşmaktadır. Bu arada bir haber daha; yerçekimi azaldıkça zaman daha yavaş akıyormuş. Neyse şükür ki henüz zamanı durduracak bir formül bulunmadığına göre mevsim de dönecektir. Mevsimle birlikte depresyon da çekip gidecektir. Ve dostlarımız tek düze akıştan sıkılıp dolambaçlı mecralarda yollarımızı kesiştirecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder