16 Şubat 2011 Çarşamba

YAPRAK

Bugünlerde size de oluyordur. Yolda yürürken bir yaprak kesiyordur önünüzü, ayaklarınıza kapanır gibi aniden düşüyordur yere. Biran düşünün derim ne anlatmak ister, son çırpınışı nedendir.. Anlattı bana dün gece bir sarı yaprak hikâyesini, farklı değildi bizimkinden anladım bir kez daha herkes bu doğanın misafiri.
 
Sekiz dokuz ay önce güneşle ağacın muaşakası neticesinde bir ağacın dallarından birinde tomurcuk olmuş, çatlamış, açılmış, saçılmış yaprak olmuş. Tutunduğu dalla bir kopmaz bağ var sanmış. Günler, haftalar ve sadece mevsimler geçmiş. Bir zaman ona hayat bahşeden güneş hayatını sarartmaya başlamış. Sağlam bir kökle dalına bağlıyken onunla dans eden, ıslıkla şarkı söyleten rüzgâr da şefkatini husumetle tebdil etmiş. Son günlerde niyeti koparmakmış bizim yaprağı tutunduğu daldan. Ve ben tam altından geçerken, rüzgâr bizim yaprakla son dansını ederken;
Bir sağa
                Bir sola
Bir sağa
                Bir sola
                             Savrula          savrula
Düştü ayaklarıma…
İşte dedim hayatın kısaca manası. Toprakta biter bütün canlıların muamması.
O zamana kadar ne yaşasan kâr. İçini doldurursan bir mevsim dahi uzunken, yüzyıl dahi kısadır boşlukta sallanırsan. İşte burada hayatın can alıcı noktası geldi takıldı kafama. Nedense insanlar yaşamlarını yalnız geçirmekten ihtiraz ederler de bir hayat arkadaşına malik olunca noksanlıkları paylaşıp azaltırken, mutlulukları çoğaltacaklarını zannederler. Oysa bu hülyaların hitama erdiği aile mahkemeleri duruşma salonlarında biraz vakit geçirince ne boş hayal olduğunu anlarsınız.
Boşananların kim bilir hangi coşkun duygularla başlamış olan muaşakalarının birbirinin yüzüne bakmayacak husumetine dönüşen yılları, hayatlarından bir ameliyatla kesilip atılacakmış gibi yatırılır bir pembe dosyanın arasına. En güzel kıyafetlerini giyer, en bakımlı halleriyle ve en umarsız yüz ifadesiyle otururlar karşı karşıya. İçlerinde kopan fırtınaları Allah bilir. Görüntüleri değişince insanların, harbe dönüşmüş bir muaşakada bir nebze üstünlük kazanacağını zanneder gibi bir imajla örtmeye çalışırlar azalmışlıklarını. Oysa yılan da deri değiştirir de yılanlığından bir şey yitirmez bilirsiniz.
Kadınlar önce saçlarından başlarlar değiştirmeye hayatlarını, erkekleri bilemiyorum.. Sanırım en kısa yoldan başka bir kadının kollarında ararlar teselliyi. İkinci adım ise durağan bir yaşam vesilesiyle birikmiş yağların eritilip ideal kiloya kavuşulmasıdır. Ve devamında diğer değişiklikler... Hayattaki bu hareketlilik bir başlarken muaşakaya husule gelir bir de hitama ererken. Ahkâm kesmiş gibi olmayalım ama bitmesi de bu yüzdendir o coşkun duyguların. Başladıktan sonra yenilikler, keşifler, değişiklikler hiç bitirilmemelidir. Zira muaşakayı canlı kılan sandığımız gibi bir mucize değil, her daim bilumum değişik karışımlarla beslenmesidir. Boşanma davasının duruşmasına gelirken giyilenler aslında önceden sergilenmelidir. Nüfus kâğıdının medeni hali hanesi değiştikten sonra gidilen kurslar bu kadar geciktirilmemelidir. O yetenekler, o yaratıcılıklar, o çabalar maşukundan esirgenmemelidir. Bilesiniz süslenip püslenip boşanma oturumuna gelmek dalından kopmuş sarı bir yaprağın rüzgârla son dansı gibi sadece acıma hissiyatı husule getirmektedir.
(Babıâli yokuşunda, bir zamanlar çıkan ceridelerin tozlarını nüfuz ederek muhakemat müdürlüğüne gidip gelen ve önceden yazdığı boşanma yazılarıyla bana ilham veren kadim dostum Tugay Kurnaz’a. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder