16 Şubat 2011 Çarşamba

MAZİYE AVDET

(İyi Bayramlar...)
İnsanın hayat tarzı da bazen yenilikler ister ki bu yenilik bazen geçmişe dönüş şeklinde de olabilir. Geçmişten kastımız çok çeşitlidir; bunun içinde geleneksel değerler, yaşanmışlıklar, eski usul işler, bazen kullanılan dil olabilir. Bir evvelki yazımızda maziye avdet edip eski lisanı kullanmıştık ve bu zevke nail olup şimdilik bir kenara terk ettik.
Evde geçirdiğimiz kısacık vakitlerde örneğin kitap okumak, yazı yazmak, gitar çalmak gibi entel dantel işler dururken yemek, temizlik gibi işlere el atmak sıradan bir kadın sıfatı kazanacağız kaygısıyla biraz ayıp kaçardı kendimize. Fakat bu bayram dedik ya hayat tarzımız bir anda alışkanlıkların dışına çıkıverdi diye. Bayram temizliği bahanesiyle önce yaşam alanlarımızı işgal eden eşyalar battı gözümüze. Modası geçmiş süs eşyaları, şekli bozulmuş yapma çiçekler, ayakkabılar, daha neler neler.. Eski nişanlıdan kalma ve bizzat kendisinin yapmış olduğu, hasır sepetlere, kayıkların içine binbir özenle yerleştirilmiş kuru çiçeklerden başlandı işe. O buğday başaklarının üzerine oturtulmuş ve bir yuva hayalini anlatan küçük kuş yuvaları yerlerinden sökülüp çöp poşetini boylarken anlamını yitirmiş her eşyanın hayatımızda fazla yer işgal etmeden atılması gerektiğini anladık. Yoksa on yıllarca biriken bu eşyalar kıyıda biriken yüzlerce deniz kabuğu gibi değersizleşmektedir.
Sonra baktık ki evde baklava açılacak hamur hazırlanmış yoğrulmuş yardıma ihtiyaç var. Annemizi duygulandıran bir girişkenlikle merdaneyi elimize almamızla birlikte ortaya çıkan şaşkınlığımızı da hamurla birlikte ezdik merdanenin altında. Ne meşakkatli bir iş olduğunu anladığımızdan “elinin hamuruyla erkek işine karışma” lafı da bu deneyimle birlikte bizde hükmünü yitirmiş bulunmaktadır. Barfiks çekmekle eşdeğer kol kuvveti gerektirdiği konusunda kuşkunuz bulunmasın diyor, bu lafın ortaya çıkma nedeninin her iki işin tek bir kişinin hayatında bir araya gelmemesi olduğunu da tespitlerimiz arasına yerleştiriyoruz. Bilgisayarın başına oturup yazmaya başladığımızda cümleler nasıl peşpeşe sıralanıp ortaya bir yazı çıkıyorsa, merdaneyi yuvarlamaya başlamamızla birlikte mayışan hamurdan büyüyen yuvarlak yufkalar arasına serpiştirilen cevizlerle bir tepsiyi doldurduğumuzda bu konuda da yeteneğimizi keşfedip rahatlıyoruz. Hamur merdanemizin altında vermek istediğimiz şekle uyarken neler geçiyor hayallerimizde bilseniz.. Yemek yapmayı öğrenmeme inadımızdan vazgeçip, tarhana yapmayı, erişte kesmeyi, turşu kaymayı öğrenmek, bir gün bu hengâmeden kaçıp uzak bir yerlere yerleşirsek işe taş devrinden çıkıp yerleşik hayata yeni geçmiş biri gibi başlamamak düşünceleriyle tamamlıyoruz işimizi.
Taş devri değil de “bulut devri” mi deseydik yoksa? Betonların bulutların arasına yükselmesiyle ortaya çıkan soğuk bir bulut devri.. Zira “bulutlaya kaday uzanan evley vay” söylemiyle o ürkütücü soğukluğu çocuksu sıcaklığa dönüştürmeye çalışan reklam yaratıcılığı kaç kişiyi sarmalar bilemeyiz ama ortaokul yıllarımızdan beri bildiğimiz bir şey var ki; gökyüzüne doğru her yüz metrede bir sıcaklık bir derece azalmaktadır. Coğrafya bilimine göre de soğuk olan oralarda köksüz bağsız bahçeler pek de yerleşik bir düzen sayılmaz sanırız. Daha önce bir yazımızda da bahsetmiştik; ne kadar yükseğe çıkarsa insan gördükleri çoğalır ama küçülür. Az ama net mi, çok ama flu mu olsun gördükleriniz sizin tercihinizdir..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder