16 Şubat 2011 Çarşamba

KAFES


Sabah elini yüzünü yıkarken bütün ilçeye yayın yapan hoparlörlerden mikrofon tıkırtıları gelmeye başladı. Mikrofona üfleme sesiyle deneme yapıldıktan sonra bir erkek sesi “ölüm ilanıdır” diyerek başladı anonsunu yapmaya; “Mudanya eşrafından…”. Buraya taşındıkları zaman ilk duyduğunda anonsu şaşırmıştı. Herkesin birbirini tanıdığı küçük sahil kasabası olduğu günlerden kalmıştı galiba bu ilan şekli ilçeye. Şimdi de çok büyük sayılmazdı gerçi ama gün geçmiyordu ki yeni siteler kurulmasın deniz manzaralı topraklara. Yüzünü kurutma aşamasına gelmişken cep telefonuna bir mesaj geldi. İşyerinden bir arkadaşının babasının ölüm haberiydi. Sonbaharı ve sonra ilk kışı bu yüzden pek sevmezdi. Hep ölüm haberleri gelirdi. Bugün cenazesi kalkacak daha kaç kişi vardır acaba diye düşündü. Hiç tanımadığı insanların ölüm haberleri niye herkese duyuruluyordu ki. Dünya değiştirmek önemli bir meseleydi tabi. Hem niye hiç tanımadığını düşünüyordu ki belki de karşılaşmıştı yolda yürürken, kim bilir yol vermiştir ölen teyzeye karşıdan karşıya geçerken, bir kere göz göze gelmişlerdir sahilde yürürken. Yağmur durmaksızın yağarken dışarısının soğuk olduğu hissi uyandırıyordu. Kendisi ise babasını bir yaz günü kaybetmişti ve o tarihten sonra ilk yağmur yağdığında ölüler üşür mü acaba diye düşünmüştü. Bugün ölenlerin yakınları da aynı duyguya kapılmış olabilirdi.
İki hafta önce gördüğü rüyadan sonra kendisini daha huzurlu hissediyordu. Tanrı rüyasında konuşmuştu onunla, üstelik bir felaketten kurtarmıştı. Tanrı tarafından sevildiğini bilmek ne güzel bir duyguydu. Anladı isyanlarına neden olan ayrılıkların nedenini şimdi. Yaratılanı severken yaratandan ötürü, ipin ucunu kaçırmış, yaratandan çok sevmişti ya da yaratandan çok sevilmişti. Tanrının da bir tahammül sınırı vardır elbet diye geçirip içinden, bu sefer aynı hatayı yapmamaya karar verdi. Zaten sevip sevmediğine bile henüz karar veremediği kişi, hayallerini cebinde saklayan bir bencildi.
Öğleden sonra arkadaşıyla yakınlardaki bir sahil kasabasında denize sıfır konumda bulunan temiz, küçük bir balıkçıya doğru giderken küçük yaşam alanlarını daha çok sevdiğini düşündü. Yolda gördüğü yeni yapılan sitelerdi şüphesiz onu düşündüren. Allanıp pullanıp billboardlara yapıştırılan afişlerde nedense çitler hiç görünmüyordu. Ama gerçekte parmaklıklar, yüksek duvarlar, çitlerle sarılıydı her biri. İnsanlar kendilerini kafeslere kapatıyorlar, her gün kendilerine yeni kafesler üretiyorlardı. Oysa başka türlü sağlayabilirdi insanlar güvenliklerini. Başka türlü yaşanabilirdi. Eski işhanının kapıcısı Halil Abi’yi hatırladı; bir gün arabayı park etmiş inecekken yardımcı olmak için elini arabanın kapısına atan kapıcının sonuçsuz kalan hareketi söylenmesine neden olmuştu. Macır şivesiyle; “neden kendinizi kilitliyırsiz?” derken bir yandan da eliyle yakınlardaki ferforjeli bir pencereyi göstererek, “kapitalizm insanı böyle demir parmaklıklar ardına kapatiır, bir de sosyalist ülkelere demir perde diyirlerdi, asıl demir perde bu işte” diyerek 89’da terk etmek zorunda kaldığı Bulgaristan’daki yaşamına özlemini dile getirmişti. Halil Abi azla yetinmesini bilen dindar bir sosyalistti arada bir kendisini büyük adam sananlara böyle dersler verirdi.
Karanlıkla birlikte içini coşkulu bir huzur kapladı anladı ki romantizm sevgilide değildir. Yıldızlarda, yeşilde, denizde, ormanın kuytuluklarında, gökyüzünden süzülen bir martıda, yani doğadadır. Sevgili olmadan da onlar bize güzelliklerini sunmaktadır. Aslolan görünen ve görünmeyen kafeslerden kurtulmaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder